Ana SayfaLütfü ErtürkBir aşk için ölünür mü?

Bir aşk için ölünür mü?

Silivri’nin 1967 yıllarına gidelim. Yollarımızın beyaz makadam taşla döşeli olduğu yıllara.  Sanatkârlar caddesi, daha yarım dolu. Sokaklar oluşmamış. Koca koca boşluklar içinde tek tük evler var. Kışın, çamur deryası her yer.Yeni gelmişiz, anneanneyle birlikte oturuyoruz. İşte o arsalardan birinde evimiz bitmek üzere. Zaten bahara erdik gibi bir şey! Evin, çatısı yok ama odaları ayrılmış durumda. “Bu gün yarın geçeceğiz” diyen büyüklerin konuşmaları arasında büyümeye çalışıyoruz.

Yaz gelip geçmiş, evimiz bitmiş, biz de taşınmıştık. Mahalleli, yeni olduğundan; herkes, birbirini tanımaya çalışıyor. Kadınlar, sık sık birbirlerini ziyaret ediyordu.

İşte o evlerden birinde şahit olduğum bir aşkın hazin hikâyesini paylaşacağım sizlerle!

Akşamüstleri, kapı önlerine kilimler atılır, gazlı, ispirtolu ve de pompalı gazocaklarının üzerine demlikler oturtulur evde yapılan yiyecekler elden ele taşınırdı.

İşte, o yılların sosyal medya ağı böyle bir şeydi!

Yeni gelen genç bir kadından bahsediyorlardı. Kadını kocası kaçırmış diyorlardı. Eh, yaş farkıda varmış biraz ama adam pikap almış bütün gün evde oturuyor dışarı çıkmıyor garibim diyerek olayı kafalarında bir yerlere oturtmaya çalışıyorlardı? Gelen haberler şiştikçe meraktan kadınlarda şişiyordu. Herkes kadından çok pikabı merak ediyordu.

Sözleştiler ve karar verdiler.  Haber salındı yeni gelen mahallelimize… “bir maniniz yoksa bu akşam hoş geldiniz için size gelecekler” dediklerin de kabul edildiler daha o gece.

Bir mutfak ve bir odadan ibaret ev dedikleri! Herkes, bir yerlere ilişti. “Hoş geldiniz, kimlerdensiniz, nerelisiniz?” Soruları, çabuk geçti. Herkesin gözü, masanın üzerinde duran kırmızı Philips marka pikaptaydı.

Kadının adı Melahat’tı, hayat hikâyesinin en keskin virajını anlatıyordu. “Kaçtık!” Dedi.

“ Sait ile biz birbirimizi çok sevdik. Arada yaş farkımız var ama olsun, ben onu çok sevdim. O da beni, çok sevdi” diyordu.

Neredeyse tamamına yakını beyazlamış saçları ile Amerikalı jönlere benzeyen Sait ağabeyimiz, kamyon şoförü idi! Akşamları, mahalleye gülümseyerek girer, konu komşu herkese selam verirdi.

Bizimkiler, tanışma faslından sonra bir şeyler dinlemek istediklerini, ilk defa pikap gördüklerini, nasıl çalışacağını? Merakla sordular, Melahat ablamıza!

Gülümseyerek kaldırdı pikabın üzerindeki işlemeli bezi.

İlk taktığı plak, Yıldız Tezcan’dan “Fırat Kenarında Yüzen Kayıklar” oldu! Çok içten ve ağlamaklı okuyordu. Demeye kalmadı! Önce Ev sahibesi koy verdi yaşlarını… Onun, halini gören mahallenin bütün kadınları hıçkırıklarla ağlıyordu. Plak, bittiğinde biraz soluklandılar. O arada çay için mutafa geçen ev sahibesi hakkında fısıldaşmalar başlamıştı.

“Gördünüz mü? Nasıl hıçkırıyordu? Yakmış, kendi yakmış! Pişman galiba! Durun, ikinci plakta anlarız diyordu bir diğeri…”

Melahat Abla, eline iki plak alıp; “bunlardan başka yok!  Hangisini önce dinleyelim” demişti! O iki plağı da Yıldız Tezcan okumuştu. “Bir Aşk İçin Ölünür mü?” Ve “Aşkın Gözyaşları” idi. Daha sonra  o iki şarkı için film yapacaklardı ve Yıldız Tezcan, Efkan Efegan ile başrolü paylaşacaktı.

İkinci plak döner dönmez, eskisinden daha fazla bir sesle ağlamalar başladı ama sorularla karışık bir ağlama seremonisine dönüşmüştü! Aradan biri, “yaktın kendini” diyor, bir diğeri “nasıl yaparsın?” Diye, inleyerek soruyordu. Ev sahibesi önüne bakarak, hıçkırık sağanakları atıyordu.

Kadının, sesini çıkarmadığını görünce, en yaşlıları lafa girdi. “Yeterin ama size ne oluyor? “Deyip, olaya el koyar gibi yapıp, konuyu değiştiriyordu!

Mahalle, ikiye bölünmüştü? Çok kalabalık oluyor diye, hepsi aynı an da gitmiyor, nöbetleşe gidiyorlardı. Her yeni alınan plağı, ilk dinlemenin gururunu yaşıyorlar, birbirlerine nazire yapıyorlardı.

Yine böyle bir gün, akşam saatlerinde; Melahat ablamın kapısı çalındı! Kendisinden en az 20 yaş büyük olan bir kadın sabırsızca bekliyordu kapının açılmasını…

Daha kapı açılır açılmaz, kadın Melahat Ablanın üstüne bir panter çevikliği ile atlayarak, saçlarını eline doladı Melahat Ablanın! Kadın ortalığı yırttırıyordu. “Rezil, şıllık, yuvamı yıktın” diye, bağırıyordu. Melahat, oradan oraya savruluyor, gelen kadının kolları arasında adeta eriyordu… Birkaç kadın, araya girerek ayırmaya çalıştılar! Kadın yorulmuştu da mı bıraktı Melahat’ı? Yoksa insafa mı gelmişti bilemiyorum! Melahat Abla, önce içeri koşarak girdi, evlilik cüzdanını buldu getirdi. Sonra kendini parça pinçik eden kadına bir bardak su yetiştirdi.  Kadın, Melahat in suratına anlamsızca bir bakış fırlattı. Bana, bunu niye gösteriyorsun? “ Der gibiydi…  Biz ayrılmadık ki! Senin evlilik cüzdanın olsun” deyince de onca dayağa direnen Melahat oracığa yığılı verdi!

Konu komşu şimdi, daha bir telaşla çalışıyorlar, Melahat’ı ayıltmaya uğraşıyorlardı. Limon kolonyaları, soğanlar, tütsüler ama Melahat Abla bir türlü ayılmıyordu. Bu arada Sait’in ilk eşi de telaştan korktu da mı kaçtı? Yoksa, işini gördü de mi gitti? Kimse bir anlam veremedi. Melahat Ablamız ayılmış evinin önünde sandalye tepesinde saatlerce oturdu. O gece mahalleli de Melahat Ablayla oturdu. Sait o gece eve gelmedi! Sabaha karşı yatırdılar Melahat’ı bizimkiler…

Üç gün geçti, Sait Bey ortalarda yoktu! Melahat dışarı çıkmıyor, misafir kabul etmiyor, kimse ile görüşmüyor,  yemiyor, içmiyordu!

Kimilerine göre Sait kurmuştu bu oyunu! Evli falan değildi, kim bilir, kaçıncı can yakışıydı? Mahallenin ortak düşüncesiydi. Sait Bey, kaçmak için planlamıştı…

Mahallenin ağabeyleri, çalıştığı yerden öğrenmişlerdi; Sait Bey işi bırakmış, gitmişti buralardan!  İş, yine mahallenin en yaşlı kadınına düşmüştü. Kapı aralığından söyleyivermişti acı haberi, Melahat Ablamıza…

5. gün, bir araba yanaştı kapıya! Yaşlı bir amca ile gençten bir delikanlı indiler. Arkalarından zor yürüyebilen bir kadında ağlayarak indi.

Melahat Ablamın eşyalarını topladılar. Genç çocuk pikabı kucaklamış götürüyordu ki Melahat Abla ısrarla geri götürmesini söyledi. Evin anahtarlarını komşusuna bırakırken başı önün de bindi arabaya…

Bir daha ne Sait’ten, ne Melahat Abla’dan, ne de Philips marka pikaptan haber alındı. Bazı akşamlar, arada bir sokağın ucundan “bir aşk için ölünür mü?” Şarkısı geliyordu kulaklarımıza!

Hiç kimse birbirine sormaya cesaret edemedi; ne pikabı, ne de şarkıyı?

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar