Ana SayfaLütfü ErtürkErkekler Ağlamaz

Erkekler Ağlamaz

         Sonbaharın son günleriydi. Kış, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı.Kaç zamandır buradaydı?

Kendine hayret etti, nasılda aklına gelmemişti hiç! Limandan, kasabanın içlerine doğru ilerlerken, nereye gideceğini kendi de bilemiyordu.

Rüzgâr, birden dudaklarına götürmekte olduğu sigarasını elinden savuruverdi. Tam söylenecekti ki; dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme yerleşiverdi. Aklına geçen yıl kaybettikleri Ahmet Reis geldi… Tekrar gülümsedi ve esen rüzgâra bir gönderme yaptı.

– Senin de kabadayılığın bize söküyor işte, Ahmet Reisin sigarasının külünü düşüremedikten sonra.

Ahmet Reis, dudaklarına kıstırdığı sigarasıyla, oradan oraya koşturur, eğilir, kalkar,yok düşmezdi külü… Rüzgâr, insanların sırtından paltolarını söküp alacak kadar sert eserdi. Lakin, o sigaranın uzayan külü bir türlü düşmezdi. Rahmetliyi öldüğünde de öyle bulmuşlardı. Limanda oldukları bir gün, teknenin dümeninde oturur buldular, dudaklarında sigarası ve düşmemiş külüyle.

Kasabanın tek bankasının önünden geçip, yan sokağa daldığında fark etti. Ayakları onu meyhanenin önüne getirmişti.

– Ulan kendimizi otomatik pilota bağlamışız, geldiğimiz yere bak.

Kapının önünde çakılı kalmıştı. İçeri girdiğinde, yüzde yüz sarhoş İsmail’le karşılaşacak ve Ferdi Tayfur’la nasıl tanıştığını anlatmaya başlayacaktı. Belki yüz defa dinlemişti. Direniyordu ki; birden, meyhanenin kapısında meyhaneci Şişko Nuri’yle burun buruna geliverdi.

– Ne dikiliyorsun kapıda; gir haydi, kimsecikler yok. Biraz öteberi alıp geliyorum.

Kamyon jantlarından yapılmış bir soba; meyhanenin içini fırına çevirmişti. Denizin ayazında uyumaktan kemikleri birbirine geçmişti. Sanki bir buz çözülüyormuş gibi çözüldüğünü hissetti. “Ulan bu şişko kaç dakika takılır dışarıda”  diye düşünürken gözü telefona takıldı. Memleketten çıkalı neredeyse bir ay olmuştu. Tuttuğu ahizeyi birkaç kez kulağına götürdü, bıraktı.

Şişko Nuri, alış verişten dönmüş elindekileri dolaba yerleştirirken bizimkine seslendi.

– Dokun bakalım şu kumandaya yavaştan ısınalım.

“Anlaşılan bu şişko, yine canı çektiği bir şeyi buldu” diye düşündü. Televizyonun kumandasına dokunduğunda, eli hava da kitlenmiş gibi kalakaldı.

“İçinde bin pişmanlık gözlerinde yaş / Yüzünde yasak duyguların verdiği garip telaş / Sesinde bir burukluk ellerin soğuk..

”Karı da yanık okuyor ha!”

-Hooop! Sana dedim nerelere daldın…

Şişko Nuri’nin elinde iki kadeh rakı, birini kendisine uzatıyordu. Kadehi eline aldığında “Ulan Şişko zamanlaman iyiydi” diyerek uzunca bir yudum çekti…

Biraz rakının sertliği, biraz da şarkının verdiği hüzünle buğulanan gözleri, Nuri’nin soran gözleriyle buluşuvermişti.

“Erkekler ağlamaz insanız unutma / Sustururum zamanla içimdeki bu acıyı…”

İkinci yudumda kadehini sonlandırmıştı. Nuri ile göz göze geldiklerinde; Nuri, gözüyle dolabı işaret ederek, kadehini tekrar doldurmasını istemişti

İlk kez birine açılacak, kimseyle paylaşmadıklarını Nuri’yle paylaşacaktı.

Göz ucuyla Nuri’ye şöyle bir baktı; diyecekleri çok değerliydi! “Bu adama değer mi?” Diye içinden geçirdi. Yine, o belli belirsiz gülümseme yerleşti dudaklarına; “ Yoksa bu şişko kendisini sarhoş edip konuşturmak mı istiyordu?” Yoksa gerçekten tek kadehte olmuş muydu?

– Babasının tayininden dolayı gelmişler, Sokağımızın ucundaki eve yerleşmişlerdi.

Okula gidip gelirken rastlaşırdık. Önceleri soğuk selamlaşmalar ve kantin sohbetleri ile samimiyetimiz ilerlemişti. Daha fazla yaklaşamıyorum kendisine. İçimde garip bir korku vardı nedense? Yıldız’ın kapkara saçları arasından alev gibi bakan gözleri mi, yoksa kendine olan güveni mi nedir? Aramızdaki mesafeyi belirlemeye yetmişti.

O günlerde çıktığım başka bir kız vardı. Seviyor muydum, beğeniyor muydum? Bilemiyorum ama birlikteydik işte. Sevda, öyle her şeyi dert etmez; kafasına tokadan başka bir şey de takmazdı. Sevdanın bu sallamaz hali beni cesaretlendirmiş, Yıldız’a biraz daha yakınlaşmaya başlamıştım.

Yıldız’ı tanıdıkça daha çok bağlanıyor, onu; her gün görmek istiyordum. Ne zaman yan yana gelsek; önce bu şarkıyı mırıldanır, “Benim yanıma, nereden geldiğini unutmamalıyım!” diyerek takılırdı. Yaz gelmiş, okullar tatil olmuştu. Yıldız, benimle olan birlikteliğine hep bir mesafe koymuştu. Bense o mesafe kalkması için anlamsızca bir mücadele veriyordum

Şişko Nuri, yerinden kalkarak gitti; kapıdaki asılı levhanın “Kapalıyız” tarafını çevirerek, içerden de perdeleri sıkı, sıkı kapatıverdi. Elinde rakıyı kadehlere taksim ederken “sağlam kızmış” deyiverdi.

-Bir gün yanıma geldiğinde rengi uçmuş gözlerindeki o ateş sönmüştü.

“Konuşacaklarım var beni dinlemeni istiyorum” diyerek, başlamıştı. Kendisine gösterdiğim sevgiyi hissettiğini ama bağlanamayacağını da söylemeye çalışmıştı. Yakında Fransa’ya gideceğini, birkaç ay kalıp memlekete geçeceğini, “döndüğümde seni bir daha bırakmam ama dönemezsem sebebini televizyonlardan öğrenirsin” demişti. “Anlayamadım” dediğimde ise

Gülerek, kendi şivesiyle;

-Oğlum, sen daha anlamadın? tüh yazıklar olsun sana! He, ben şöhret oliiimmm gör. Anladın şimdi. Anlamadın gerçekten, Oğlum “insan bir kal, gitme” der…

-Gülüştük, anlamamıştım. O gün ayrıldık, ayrılırken “Erkekler ağlamaz” demişti.

Dediği gibi de oldu! Aradan beş ay gibi bir zaman geçmişti. Dönemediğini televizyonlardan öğrenmiştik.

“Sustururum zamanla içimdeki bu acıyı / Gözyaşların içimi acıtıyor…”

-Nasıl yani? Diyebildi Şişko Nuri

-Aynen bu gün olduğu gibiydi. Yine Meyhanedeydik ve bana, “kumandaya dokunBakalım” dediklerinde; televizyonda fotoğrafıyla karşı karşıya kalmıştım.

“ Tunceli kırsalında güvenlik güçleri ile çatışmaya giren teröristlerden beşi ölü olarak ele geçirildi. Öldürülen teröristlerden ikisi kadın olup, isimleri…”

Şişko Nuri, önce bir titredi ve sandalyesini gıcırdatarak,  masaya doğru eğildi ve birden şarlayıverdi. Öyle bir cayırtı kopardı ki; yoldan geçenler meyhaneden yana dönüp bakıyorlar, içerisi görünmediğinden de bir anlam veremiyorlardı. Nuri, Nuri olalı yüreğinde böyle bir acı kopmamıştı. Az sonra Nuri’nin kan çanağına dönmüş gözleri kendisine bir başka bakıyordu. Şişko Nuri iniltilerinin arasından “tüh yazıklar olsun sana” diyebildi.

Beklediği buydu, biri bu gerçeği onun yüzüne vurmalıydı. Bir kerecik de olsa ona  “gitme”  dememişti…

Şimdi biri ona bu gerçeği söylemişti. Bu gerçekle yüzleşmesi için buralara kadar niçin kaçtığını da biliyordu artık.

Gitme…

İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar