Gelevri ya da yeni ismiyle Yolçatı!
Bizans’tan önce var. Roma döneminden kaldığı söylenir. Bugün tarihle ipleri koparmış gözükse de kilise çeşmesi; hala “tarihi benden sorun” der gibi tarihe tanıklık etmeye çalışıyor.
Kendi döneminden olmasa da tarihi olarak bilinen derenin kenarında kurulmuş olan su değirmeni de köyün tarihi hakkında biraz bilgi vermektedir.
Galevriyapoli’dir tarihteki adı. Ya ismini deresinden almış, ya da ismini, deresine vermiştir. Köyün kendisi kadar, deresi de ünlenmiştir.
Koca bir Silivri’nin içme suyu bir zamanlar bu dereden karşılanırdı. Kenarına değirmen yapılacak kadar kuvvetli akarmış Gelevri Deresi…
Kumuna, göz diktiklerinden beri küstü deremiz. Kurudu sayılır, kamyonlarla taşıdılar kumunu, çakılını…
Bir zamanlar, yeşil sebze deposuydu. İstanbul’a, Silivri’ye yaş sebze sevkiyatı bu köyümüzden yapılırdı. Marka olmuştu “Gelevri Marulu” diye satılırdı bütün marullar. “Gelevri Hıyarı” diye bağırırdı pazarcı esnafı, salatalıklarını satarken! Gelevri’nin miydi? Değil miydi? Yerken anlardık. Kendine has bir koku, kendine has bir tat vardı. Yok şimdi!
Orhan Diker ağabeyimiz, pazartesi pazarına ıspanak dökecek de o mal yerde yarım saat kalacaktı! Gelevrili gelmeden, pazar açılmazdı pazar… Pazar günü akşamı, traktör arabaları köyün meydanına toplanır. Birer ikişer köylünün malı toplanır, sabah erkenden, Silivri’nin pazarına doğru yola çıkılır, akşama kalmazdı zaten! Bütün mallar erkenden satılır, akşam olunca; köy meydanında herkesin parası dağıtılırdı. Alın size komün bir yaşam…
En zengini bile sebze bahçesi yapar, sebze üretilirdi. Bahçıvanlık, dendiğinde Yusuf Söker ’in adı saygıyla anılırdı…
Bahçecilik, Gelevrililer için ilahi bir görevdi sanki!
Doğa, bütün sınıfsal farklıları ortadan kaldırmıştı bu köyde.
Gelevri’nin de ağaları vardı ama çok nezih insanlardı. MithatAğa, Bilal ve Mustafa Can Ağadırlar ama davranışta değil, gönüllerin ağasıydılar…
Gelevri’nin çok enteresan insanları vardı. Bir iğneci Muharrem Aktaş ağabeyimiz var, köyün Cerrah Paşasıdır! Yürüyen eczane gibidir. Komşu köylere kadar hizmet verirdi. Çeltik, Seymen onun için bir adımlık yerlerdi. Gider iğnesini yapar dönerdi… Yaşlandı gayri.
Hasan Pakten vardı, köylü önemsiyordu kendisini. Askeriyenin yaş sebze ihtiyacını karşılardı. Köylünün malını pazarlardı. Öyle ucuza kapatmadan ama! Neyse tutarı, verir parasını alırdı malı…
Bir Muhterem Çalış ağabeyimiz vardı. Köyün iletişimi ondan sorulurdu. İlk önceleri Ford marka minibüsü vardı. Sonra kırmızı bir Magirusu oldu. Gelevri’nin gülen yüzüydü. Minibüsü ile sebze taşır, insanımızı, hastamızı taşır, düğün dernek durmadan çalışırdı. Çok yardımsever bir ağabeyimizdir.
Köyün haminnesi Leyla ark hanımefendi vardı. Köyün çocuklarına anneanne kadar yakın, babaanne kadar sıcaktı. Bütün köyün çocukları, onun pazar dönüşünü beklerler, minibüsten iner inmez, etrafını sararlar, nasiplerine düşeni almadan bırakmazlardı peşini…
Her köyde olduğu gibi insanlarımız da lakapları ile anılır köyümüzde! Kıvrık Hasan, Kırcalı İlyas, Bakkal Mustafa, Muhtarın Yusuf, Kahveci Zeynel, Şah İsmail gibi… Bir Çavuşumuz vardı, kimse adını şanını bilmezdi. Çavuş aşağı, Çavuş yukarı geçerdi ismi… Ortalarda da pek görünmezdi. Ramazan ayı ile birlikte ortaya çıkar, köyün davulculuğunu yapardı. Sahurda oruca kaldırırdı insanları. Ramazanla birlikte kaybolur, görene bilene aşk olsun!
Köyümüzün düğünleri de çok özeldi; mesela herkes çıkıp oynayamaz! Önce işin üstatları çıkar oynar!
Ha, sen de arada yer bulursan, arkalarına takılır bir iki dönerdin. Neden derseniz? Ayak uydurmazdın. Bu konuda eline su dökülemeyecek kadar usta olanlar vardı… Erol Aydınlı, Rahmetli Ethem Mutluer ve Necip Okusun… O zamanın en ünlü klarnetçisi Kıvırcıktı, herkesin oyun düzenini bilir; kişiye göre çalardı. Dışarıdan oyuna girmen mümkün mü?
Gelevri’nin insanı, doğa ile iç içe yaşadıklarından, eli işte olan insanlar olduklarından her dakikaları doluydu. Bebelerini bırakacak, onlara bakacak insanlar da hâsıl olmuştu. Hiçbir köyde bu kadar sütanne yoktur. Hiçbir köyde komşu anneler bu kadar sevilmemiştir.
Sebzeciliğin ve bahçeciliğin gölgesinde kalmış, adını duyuramamış bir ürünümüz daha vardır. Gelevri Deresinde yayılan mandalarımız vardı ve mandaların sütünden yapılan yoğurtları ve yağları ile de ünlüydü. Bir zamanlar, “Gülçin Çiftliği Yoğurtları”, “Tikveşli Yoğurtları” Gelevrimizin endüstrisine yön vermişlerdi.
Gelevri, Çeltik arasındaki yolun bir yokuşu vardı. “Maymun Bayırı” derlerdi. Köyün, Çeltik yönünde çıkışından başlayan dik bir yokuştur. Niçin, “Maymun Bayırı” dediklerini bilmiyoruz! Burada, üzüm bağlarında yetişen üzümlerle şarap yapılırdı. Bu bağların bir özelliği de kokulu üzüm vermeleriydi. Köyümüzü, yaz sonunda bir üzüm kokusu kaplar; kokudan başınız dönerdi…
“Bir okulumuz vardı 5 derslik, 5 öğretmenlik bir okul! 10 kişilikti sınıflar. “Köy okulunda değil de kolejde okuduk sanki” diyordu okuyanlar. Öğretmenlerimiz, öyle okul bitti, görev bitti diye düşünenlerden değildiler…
Her biri bir rehber öğretmen! Kimisi Kepirtepeli, kimisi ticaret liselidir. Okul bitse bile, seninle işleri bitmiyor. Takip ediliyorsun,bir üst okula yazdırdılar mı? Diye. Hele gelecek vadediyorsan kolundan tuttuğu gibi liseye kaydını yaptırıveriyorlar. Hüseyin Selimoğlu hocamız var; Allah uzun ömürler versin, Kaç veli ile kavgaya tutuşmuşluğu vardır. Kendi çocuğu gibi sahiplenirdi. Lise ve dengi okullara gönderirdi çocukları. Köyün çocukları hayatlarını ülke çapında kazanmaya başladılar Ne mühendisler çıktı aralarından, ne polisler!
23 Nisan gibi resmi günlerde törenler, muhteşem geçerdi köyde! Bütün köy halkı, yeni bir film gelmiş gibi merakla beklerdi bu törenleri. O gün tarlaya, bahçeye gidilmezdi. Tekmili birden genci, yaşlısı, kadını, erkeği okula gelirdi. Hatta, bir piyeste öğrencisinin birine yüzbaşı rolü vermişti öğretmen Hüseyin Selimoğlu! Çocuğun adı Mehmet’tir. Şimdilerde, Mehmet dedin mi kimse tanımaz! Aradan 50 yıl geçmiş, yüzbaşı dedin mi? Herkes, bilir onun Mehmet Aktaş olduğunu…
Hüseyin Selimoğlu hocamız, köy halkı ile daha iç içe yaşar, modern ziraatın gerekliliğini anlatır, teknik bilgileri paylaşırdı. Toprak tahlilleri yaptırır, sebze zararlılarınla mücadele de köylüyü bilinçlendirirdi. Bu konuda TRT’de radyo programlarına katılmışlığı bile vardır. Sadece bunlar mı? Nikâhlarını kıyar, düğünlerini tertipler, her dertlerinde yanlarında olup, çare arardı. Köye ilk modern tavukçuluğu o getirmiştir.
Yıllar böyle böyle geçip gitti işte!
Artık, ne o okullar var, ne o okulda okuyacak olan çocuklar! Ne de o çocuklara, cumhuriyet ilkelerini okutacak öğretmenlerimiz!
Muhterem ağabeyimizin minibüsü de çalışmıyor artık. Hüseyin Selimoğlu hocamız, inzivaya çekilmiş ama kulağı kirişte; bir işaret bekliyor sanki! Biri kalksa dese ki “BAŞLIYORUZ!” Hüseyin hocam en önde bulacak kendisini…
Kuruyan dereye su döndüğünde; yeniden, eski günlerimize döneceğimize inanan güzel yürekli insanlar var… Eski Gelevri ruhu geri dönecek gibi. Bu iş için bayrak olanlar var, bayrak açanlar var… Dilerim, bütün köylerimiz kaldıkları yerden, aslına uygun başlatsınlar. Kendilerine ve köylerine yakışan bir şekilde yeniden dirilmeyi…