Ben, daha önceleri bu tür etkinliklere birkaç kez katılma şansına nail oldum. İlk defa bu kadar heyecansız, bu kadar alelacele yapılan bir semah gösterisi izlemedim. Gelin, bu işi organizasyon bozukluğuna bağlayalım. Her şeyden önce, davetliler ile sahne organizasyonu arasındaki kopukluk ve soğukluk hemen göze çarpıyordu.
Dediğim gibi birçok defa semah izleme şansını yakaladım. Bayramiç’te, İzmir’de, Silivri’de çeşitli yörelere göre, hepsinden izleme fırsatım oldu. İlk defa bir semahı bu kadar isteksiz, duygusuz, durağan ve izleyenine bir duygu geçirmeyen bir semah oldu.
Buna, bir de ses sisteminin yetersiz kalışını eklersek; gösteri, kargaşaya dönüştü diyebiliriz. Salon ayrı telden çalıyor, sahne başka telden çalıyordu…
Son yıllarda, etnik (Folklorik) gösteriler ve dini ritüeller de bir sektörleşme havası sezinliyor musunuz?
Esnafımız, telefon bayii açıyor, mehteran bölüğü eşliğinde. Hani, “ver mehteri” diye boşuna demiyorlar. İstanbul’da rastladım. Pastane açılışında, semazenler dönüyordu sokakta! Hani festival falan neyse de kebapçı açılışında folklorcuların işi ne?
Festival deyince aklıma geldi!
Balık lokantasında oturuyorum. Hemen ön masaya dört kişi ilişti. İlişti diyorum, çünkü karınlarını doyurup, kalkıp gidecekler sanırsın. Bir saat içinde bir büyük rakıyı götürdüler! Uzun boylu olan, “bir ufak daha yaparız” diyor. Diğer ikisi itiraz ediyorlardı. “Yapmayalım abi, sen oturduğun yerde üflüyorsun, biz dakikalarca dönüyoruz” diyordu. Sonradan öğrendim, festivale gelen semazen gurubuymuşlar…
Yani, ekonomi biraz kötü gidecek olsa, etkilenecek sektörlerin başında gelecek bu gösteri sektörü.
İşte, böyle! İnanç ritüelleri ve etnik gösteriler sektörleştikçe işin tadı tuzu kalmıyor. Adım sayarak, duygusuz bir dans ritmine bürünüyor her şey! Oysa bakın, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli ne diyor?
“Haşa ki bizim semahımız oyuncak değildir. O bir aşk halidir, salıncak değildir. Her kim ki semahı bir oyun sanır, onun namazı kılınır değildir…”
Alevilerin temel ibadeti olan Cem ayinlerinin ayrılmaz bir parçası da semah dönmektir.
Bu nedenle Alevilerin yaptıkları inançsal ritüele semah deniyor. Semahta esas olarak gezegenlerin, güneş çevresinde dönüşleri simgelenir. Semah, günümüz inanışına göre ilk defa Kırklar meclisinde gerçekleştirilen inançsal bir ibadettir. (Gecedeki semah gösterisi de kırklar semahı ile açılmıştır.)
Evrende, her şeyin dönmesi olgusu Alevi ayetlerinde “bütün evren semah döner” dizesi ile en güzel ifadesine kavuşur.
Aleviler, yaradılışa değil; varoluşa inanırlar. Yani, Darwin doğmadan önce varoluşçuluğun savunuculuğunu yapıyor ve tanrı inancını kişiselleştirme yerine evrenselleştirmeyi seçiyorlardı.
Bu fikirleri İslam ile pek örtüşmediği içinde tarihler boyu acı çekmiş, gizlenmiş ve fikirlerini gizlemişledir. Orta çağın karanlığında güneş sistemini kime, nasıl anlatacaklar? Kimlerle yola çıkacaklardı…
Geçtiğimiz gece de semah eşlik eden iki semazen vardı. Ben bu ritüeli şaşkınlıkla izledim. İşte o yüzdendir ki bu tür sunumların sadece organizasyonların eline bırakılmamasından yanayım. Çok acemi bir anlatımla semazenin, güneşi temsilen sahnede yer alması kimin fikridir, kim uygun görmüştür? Gerçekten uygun mudur? Ben, bugüne kadar kırklar semahında ve hubyar semahında semazenlerle yapılan bir gösteri hatırlamıyorum. Kimin aklı, kimin fikridir bu? Yaptın gösterini, çekil sahneden ya da çağırın kenara!…
Gecenin siyasi gösterisi, Silivri Belediye Başkanı Sayın Özcan ışıklar tarafından yapıldı. O alıştığımız sözcüklerle kurguladığı senaryosunda bilinmeyen bir düşmana karşı savaş açmış, çizgi roman kahramanı tadında gürlüyordu. Barıştan, kardeşlikten söz ediyor, dinlerin kardeşliğinden söz ediyordu(!)… Gecenin absürdü ise 3. Bölge CHP milletvekili Zeynel Emre’nin, Sayın Işıklar’a plaket vermesidir. Çok gereksiz bir davranıştı! Niçin gerek duydular? Anlamadım, gecenin bütün ahengini bozdu. O plaketi vermek için düzenlenmiş bir gösteri olarak akıllarda kalacaktır. Yani, eskilerin dediği gibi “tut kelin perçeminden…”
Benim söyleyeceğim şudur! Dernekler, kurum ve kuruluşlar kendi güçlerini oluşturmadıkları sürece; başka güçler tarafından yönetilmeye ve o güçleri dinlemeye mahkûmdurlar.
Nedir bu kendi gücümüz? Elim bir örnekle cevap vermeye çalışalım…
Cemevi, söylemleri 2002 yılında Sayın Değirmenci’nin zamanında gündeme geldiyse de ancak, Sayın Hüseyin Turan zamanında projelendirildi ve Sayın Işıklar zamanında vücut buldu. Şimdi, tek bir sorum olacak? 15 yılda Silivri’de kaç cami hayata geçirildi. Gerek yardımlarla, gerekse yardımseverlerin şahsi katkılarınla, bir araştırın bakalım.
Evet, kendi gücünüzü oluşturmadıkça; başka güçler tarafından yönetilirsiniz! Nasıl mı? “Cem evinizi ben yaptım. Benim yönetimimi seçeceksiniz…” sözleri üzerinizde baskı oluşturacaktır.
Yöresel ve tören elbisesiyle geceye katılan Tokatlı bir annemizin sesine tercüman olayım. “Hele, biz şimdi bunca giyinek, bunlar için miydi? Bi sektörün gidin ya! Dediğdi…