Ana SayfaLütfü ErtürkGüzel Günler Göreceğiz Demiştik. (2) Kütüphane

Güzel Günler Göreceğiz Demiştik. (2) Kütüphane

İki sanatçı kardeşimin üstün gayretleriyle bir mahallede yaratılan sessiz devrimi izledik. Okuma devrimi, kitap devrimi, bir gençliğin üç beş yıl içinde evrileceği devrimi izledik. Tabi ki devlet erkanı ile birlikte(!) İzledik.

Mahalle, diye geçirdik adını ama bin yıllık köyümüzdür o bizim! Dünya mirası sayılırdı ama bakamadık köyümüze. Antik çağda ismi Delliones’tir, Bulgaristan göçmenlerini yerleştirirler. İvoylovgrat kasabasından göçenlerin oradaki ismi Türkçe isim olan Ortaköy adını verirler. Oysa, Aziz Dimitri’nin köyü idi. Adı Sürgündü ve sürdüler onları Mübadil adı altında…

Troya kenti şaraplarını buraya sipariş verir, rakının Osmanlıdaki ilk fabrikalarından biri bu köyde kurulur. Papazkarası üzümler burada sıkılır ve şarap olurdu, Babacım Rakısı olurdu.

Hepsi birer birer göç ettiler. Önce kilisemizi Cami ettiler. Sonra köylüler sonra da şaraplar ve bağlar birer ikişer memleket değiştirdiler, Karşıyaka’ya geçtiler! Kimi Aleksandr’da Kimi Gümülcine’de kimi Teselya’da tekrar hayata bağlandılar. Yani sizin anlayacağınız; kısacası çekip gittiler. Demeye de dilim varmıyor ama “derdest edilip gönderildiler” işte… Dünya’nın değişmez gerçeği Zorunlu göçlerdir!..

Biz bize kaldık, yarısı Kavala’dan geldi bizimkilerin, yarısı Nasliç’ten. Eh, o günlerde Bulgaristan’dan gelenlerin sayısı da az değildi. İvoylovgrat’ tan gelenler hâkim oldular köyümüze. Sürgün’ü Ortaköy eylediler.

İşte, O taifeden bir “Deli Dumrul” çıktı yakın bir zamanda. Sevdik onu, belediye meclisine gönderdik. Parmak kaldırsın diye değil ha, sakın ha!..

Dedik ya; “Deli Dumrul’dur” diye. Delireceği tuttu, gitti belediye başkanına kafa tuttu! Eh bizim istediğimiz de bu değil mi? Bizler, meclis üyelerini niye göndeririz meclise?.. Ahvalimizi güzel okusunlar, derdimizi güzel anlatsınlar diye! Ben de kendisinden bir yazım da “Arslan be Halil İbrahim” diye söz etmiştim! İbrahim, Arslan olmasına Arslan’dı ama Silivri ona dar gelmişti. Ne savan onu anlamıştı Ne de makam! Tek başına çekildi bir kenara ama uz durmadı be! Gitti öyküler yazdı, gitti şiirler okudu. Eh, tarih İbrahimlere böyle bir görevi vermekten şeref mi duyuyordu!..  Yıllar sonra bir Trak kızıyla Homeros’un destanındaki gibi karşılaştılar. İşleri yine eğitmenlikti!

Beraber çalışmaya başladılar, Kızımız Leyla Köroğlu ile fikirleri uyuştu. Keşan’dan, Edirne’den, Kırklareli’nden koşup geliyor, yüzlerce kitapla İbrahim’in yüreğine, “Trakya çocuklarını okutalım” diye bir kütüphane fikrini kanına zehir gibi akıtıyordu.

O kanda o maya tutmaz mı? Boşuna Deli Dumrul demedik!

Kalktı gitti, Belediye başkanından yer istedi! Boşta olan dükkanlardan birini verdiler.

Ailece gündüzlerini, gecelerini verdiler. Kitaplarını dizdiler. O boş odaları kütüphaneye çevirdiler. 6000 kitap topladılar ve kısa zamanda raflara dizdiler. Oturup, şehr-ül emini beklediler. Tam beş ay sonra “Geliyoruz” diye haber ettiler. En nihayetinde 5 ay sonra açılışa müsaade ettiler.

O kafalara göre İbrahim ne yapmaya çalışıyordu? Bir gün bile gidip demediler? “Bre İbrahim nicedir vaziyet” diye sual etmediler.

Ne çok işleri vardı da 5 ay boyunca İbrahim’i beklettiler. Yoksa, akıllarına mı gelmemişti!..

Sessizce bekledi bu iki Trak çocuğu. Sonra emellerine kavuştular!

Ben Leyla’yı da İbrahim’i de çok seviyorum…

Tanrı ararsan, DNA’nda ara! Boşuna kurmadı o sistemi milyarlarca insan da ve o DNA iki savaşçı ruhla bezenip ortaya çıkar.

Tanrının işaretlediği kullardır onlar…

Her şeye rağmen, herkese rağmen bu sessiz devrimi gerçekleştirdiler. Bazıları da kendi kafalarına göre ses olmaya, görüntü vermeye çalıştılar ama attıkları taşlar, kurbağaları bile ürkütemedi …

Birkaç yıl önce belediyelik olan bu belde de İbrahim Belâgatın en güzelini sergiliyordu. “Biz bize yeteriz” diyordu ve Leyla yükseklerden sesleniyordu ovaya; “Onlarca kütüphaneyi hayata geçirdik ama hiçbiri burası kadar bizi etkilemedi.” Diyordu.

Unuttum sanmayın Neslihan kardeşimizi! O olmasa belki İbrahim olmazdı. Arkasında, yanında, önünde, gecesinde, gündüzünde itici güçleri oldu onların!

Trak çocukları dediğim bu üç insanın bir araya gelişini iyi düşünün! Hani, Tanrı olduğun yerden alır seni başka bir yolun başına bırakır ve der ki; “Buyur ya kulum, bundan böyle bu yoldan devam edeceksin” üç kişi çıktılar yola. Bu burada kalmaz, yolun sonuna kadar yürürler. Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir!..

Su akar mecrasını bulur…

Öyle ya!

Aziz Dimitri’nin kilisesi 100 metre ötelerinde idi. Azize Paraskevi’nin köyü bir adım ötede. Bir kütüphane devrimi yaşatan Aziz İbrahim ve eşi Neslihan ile Azizemiz Leyla bu kütüphanenin bileşenleridir! Ben bu üç insanı tarihe mal ettim çünkü DNA’ları tarihten geliyordu…

Aklınızla bin yaşayın, enerjiniz hiç bitmesin. Birlikteliğiniz daim olsun…

Silivri Ortaköy kütüphanesi, Bir halk kütüphanesidir…

Üç erdemin bileşenidir! Sağlıcakla kalın 03.05.2025

Şu tarihe bakın bu bile tesadüf değil…

İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

Gazoz Olma Efsane ol!

Despinasız Bir Gece…

1 MAYIS

İlgili Yazılar

Gazoz Olma Efsane ol!

Despinasız Bir Gece…

1 MAYIS