Eski pazar içini bilirsiniz! Oraya geldiğinizde köşeyi döner dönmez karşınıza birdenbire eni boyu bir ve kocaman bıyıkları olan bir adamla karşılaşıverirsiniz! Bilmeyenler, haliyle ürperecektir. O an için ürpermezse bile konuşmaya başlayınca ses tonundan ürperirdi insan! Çok çalışkandı, bu nedenle ona, “Canavar” lakabını takıyorlardı!
Burasını size anlatmak zorundayım!..
Muharrem Ağabeyimizin tezgâhının hemen önünde bir su pompası vardır! Bütün pazar esnafı su ihtiyacını oradan giderirdi!..
Bir gün adamın biri dikiliyor tezgâhın başına, başlıyor söylenmeye; “Ohh, ne ala çeşmenin başına kurmuşsunuz tezgâhı, durmadan balıkları yıkıyorsunuz, bedava suyu bulmuşsunuz” deyip, yüksekle sesle konuşuyor! Muharrem Ağabey’in canı sıkılıyor adama, “La havle” çekip, gidiyor tezgâhın başından, Erdem Ağabeyin (Yönet) kahvehanesinde bir çay içiyor, bekliyor ama adamın bir türlü gideceği yok! İçi içini yiyor abimizin! Balıklara katiyetle tatlı su vurulmaz çünkü! Gel de anlat…
Dayanamıyor, fırlıyor, yakalıyor adamı ensesinden balıklara su vurdukları kovanın içine başını daldırıp çıkarıyor! Bir taraftan da soruyor; “baktın mı tadına, iyi bak, iyi bak!” Adam çırpınıyor kollarının arasında kurtaramıyor kendini. Sağdan soldan yetişenler alıyorlar elinden!.. “İçme suyunun balıklara vurulmayacağını öğrendi arkadaşımız asla unutmaz artık” diyerek gülerdi. Görüntüsünün aksine mizahı ve gülmeyi çok severdi ama gülerken de ısırırdı adamı. O yüzden, sözlü sataşmalarda altta kaldığını hiç görmedim!..
Aile, mübadeleyle gelmiştir. Yunanistan’ın Manastır Şehrinden mübadil olurlar. İlk önce Silivri Gazitepe Köyüne yerleştirilirler… Baba, rahmetli Kasım Kâhya, (Çokyaşar) geldiklerinde Karasinan Çiftliğinde Mecit Uluşahin’in yanında kâhyalık eder! Kasım Kâhya’nın oğlu ufaktır ama onu da yanına alır. Muharrem Ağabey 1934 doğumlu, 4 kardeşler en büyükleri Kadriye Yetkin, (Kadriye Annemiz, beni de çok severdi) Doğru Yol Partisi, Eski ilçe Başkanı Bekir Yetkin, Faruk Yetkin ve Lütfü Yetkin’in anneleridir. Kasım Kâhya, daha sonraları aileyi Silivri’ye taşımıştır. Muharrem Ağabey, denize merak sarar. Önceleri, çocuk yaşlardayken, boşnak bahçe ve Yamandaki civarında elinde geçirdiği lüküs lambası (!) ile geceleri kıyıdan pavurya toplamaya başlar, onları satarak para kazanır. Kazandığı o parayla, gider balıkçı motorlarından balık satın alır, onları torbalar ve çarşıda satarak evinin geçimine katkı sağlardı. Muharrem Ağabeyimizin balıkçılık hayatı böylelikle başlamış oluyordu…
Muharrem Ağabeyimizi, ablasının eşi rahmetli Kemal Yetkin Ağabeyimiz araya girerek, “memleketten tanıdıklardandır” deyip, İzmir’den 1947 doğumlu Sermin ile evlendirirler… Ağabeyimizin altı çocuğu olur. Üç oğlu, Muammer, Tamer ve Serkan ve üç kızı Serpil Sibel ve Emel’dir. Emel, genç yaşta 2013 yılında vefat eder. Ailesine sabır diliyorum…
Hani, şimdilerde balıkçıya gittiğinizde sizler, daha söylemeden balığınız ayıklanıyor ya!
Bakın küçük oğlu Serkan, babası ile aralarında geçen bir diyaloğu nasıl anlatıyor:
“Hiç unutmam, 30 sene kadar var, küçük balıkların tezgâhta ayıklanmadığı zamanlarda bir teyze gelmişti!”
“Oğlum, lütfen bana 1 kg hamsi temizler misiniz?” demişti.
Balıkçılarda, o yıllarda ufak balıklar temizlenmiyor! Dönüp bayana demiştik ki “Teyze, biz balık temizlemiyoruz!”
Rahmetli babam, bizi duyuyor ve bize dönüp, “Derhal, o balığı temizliyorsunuz! Bak oğlum, bu sözümü unutmayın, gün gelecek balıkları bırakın temizlemeyi, müşterilere pişirerek vereceksiniz.” demişti…
Sesi, hâlâ kulaklarımda ve gün geldi babamızın dediği oldu! Babamızın mesleği olan balıkçılığı daha modernize ederek şimdiki eski Marmara Balık Market adı altında ayıklayarak, pişirerek halkımızın isteğine göre hizmet vermeye çalışıyoruz” …
Bu denli hassas yüreğe sahipti ağabeyimiz! İleriyi görebiliyor, çocuklarını geleceğe hazırlıyordu…
Sosyal yanı çok kuvvetliydi! Çevreyle barışık yaşar, Halkın arasına karışmayı çok severdi.
Rahmetli Belediye Başkanı Sait girgin zamanında Silivri’de Pehlivan güreşlerinde ağalık yapardı, yakıştırır da kendisine… Bütün bir mahalleyi mesire yerlerine götürür eğlendirirdi. Ailesini ve çalışanlarını her hafta sonu bir araya getirmekten çok keyif alırdı. Sahildeki balık lokantalarından birinde bir araya toplar, onlarla birlikte uzun saatler oturur, dertlerini isteklerini dinler, durumlarını anlamaya çalışırdı…
Hemen hemen her gün kadim dostlarıyla buluşup, İzzet Ustanın restoranında otururlar içerlerdi. İlyas Özsoy, Ali Paşalı Kenan Girici, Küçük Kılıçlı Köyünden İbrahim Metin, Bozoğlu Ahmet, Köfteci Cemal Çağırır, Halil Albayrak, Çorlu’dan Arif AğabeyPlaj Restoranın ortaklarından Murtaza Yılmaz ve İzzet Yıldırım değişmez masa arkadaşlarıydılar!… Onların bu içki sofraları bir tiyatro sahnesi gibiydi.
Bir gün Plaj Restoranda tam kadro içerlerken kapıdan bir adam girer! Sattığı büyükbaş hayvanlarının parasının peşine düşmüştür. Selamını verir, bir iki isim sorup gidecektir ama bizimkiler; “Sen şimdi yoldan gelmişindir, karnın da açtır” diyerek, masaya davet ederler.
Misafire, balıktır kalamardır ne varsa ikram edilir. İçki içmez adamımız, canları sıkılır bizimkilerin. Adamımızın karnı doyar, teşekkür eder, kalkacaktır ama müsaade etmezler, “Olur mu canım, bizim bir tatlımızı yemeden salmayız” derler!
Tatlıları şekerparedir ama bir de masumane şaka yapacaklardır. Şekerparenin üstüne sarımsaklı yoğurt döktürürler, öyle ikram ederler(!) Misafirlerini izlemeye başlarlar. Misafirimiz tepki vermez, bir güzel yer tatlıyı, bizimkiler afallamıştır. Adam, utanarak; “Çok güzelmiş bir tane daha alabilirim” deyince “Tabi tabi” diyerek utana sıkıla sorarlar: “Nasıldı tatlımız? Sevdiniz galiba!” deyince, adam bunlara dönerek; “Biz zaten çoğu zaman tatlıların üzerine sarımsaklı yoğurt dökeriz, tatlı yerken tansiyonu ayarlar” deyince, masada herkes sarımsaklı, yoğurtlu şekerpare söyler. Bir tek Muharrem Ağabey istemez. Az sonra misafir söz alır: “Valla bizim orada nasıl yerler bu sarımsaklı yoğurtlu tatlıyı pek bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla burada bundan sonra tiryakisi olacağınıza benziyor” diyerek tam giderken, Muharrem Ağabeye dönerek, “Senin sırtın yere gelmez sen uyanık bir adamsın” diyor. Oysa Muharrem Ağabey yüksek tansiyonu olduğundan istememiştir tatlıyı ama “Aklımda tatlı da kaldı, acaba yoğurtlu sarımsaklı bana iyi gelir miydi?” diye, anlatır gülerdi…
Muharrem Ağabeyimiz, çoğu zaman ve mevsimine göre balığı gider yerinden alırdı.
1976 senesiydi. Daha havanın kışlamasına çok var! Kasım sonu muydu, aralık başı mıydı ne? İğneada’ya balığa gider ağabeyimiz, altında yeşil Skoda marka bir kamyonet vardır! Kuzeyin havası, bizim Marmara’ya hiç benzemez!.. Yanında Çenko Erkan Ağabeyimiz de var. Bir tipi çıkarır Karadeniz, göz gözü görmez! “Olsun biz gideriz” derler, çıkarlar yola ama kendilerinden başka araç yoktur yollarda!
Allahtan zincir falan var yanlarında. Kıyıköy’den itibaren zincir takarlar ama donacak hale gelirler.
Erkan Ağabeyin bünyesi zayıf ve bir ayağı aksıyordur. Altlarındaki Skoda kamyonet yeterince eskidir bu havaların arabası değildir. Zaten her yanı süzgeç gibidir. Kalorifer, sizlere ömür. Motor durmadan arıza çıkarır, çekerler sağa, orasını burasını ellerler, okşarlar yalvar yakar çalıştırırlar devam ederler. Öyle, öyle devam ederek dualarla, yalvarmalarla gelirler İzzet ustanın restoranına…
O gece biz de oradayız!
İçeri iki adam girdi ama iki kardan adam girdi desek yeri var. İnce yapılı olanı zaten girer girmez düştü uzandı yere! Diğeri Muharrem Ağabeydir ama hepimiz donduk kaldık! Muharrem Ağabeyimizin bıyıklarında saçaklardan sarkar gibi buzlar sarkıyor. Hem de ne sarkmak kendisi bile farkında değil, çenesini geçiyordu buzlar!..
O gece Erkan Ağabey hiç konuşamadı. Kalorifere sarıldı kaldı.
Muharrem Ağabeyin arkadaşları da orada. Ağabeyimizi hayata döndürme çalışmalarına hızlı başlanmıştı. Rahmetli İbrahim Metin (Eşimin dayısı) takılır, ağabeyimize; “Muharrem, senin palto kurudu ama hâlâ bıyıkların buzu çözülmedi bu ne böyle ya, getir keselim onları bak, zatürre olmayasın sonra” diyerek, basarlar kahkahayı…
O olaydan sonra Erkan Ağabeyi bir daha Muharrem Ağabeyin yanında göremedim! Nasıl canı yanmışsa balığı ağzına almıyor, Sıtkı Topçu ağabeyimle karpuz işine bakıyordu!..
O gece kimse eve gitmedi gidemedik, İzzet Ağabeyin plaj restoranında sabahlamıştık! İğneada’dan gelen balıklardan hepimiz nasibimizi almıştık. Muharrem Ağabey ne zaman balık haline gitse kendi masalarının balığını da alır gelirdi…
Aslında onlar gündüzcüydüler, öğle rakısı içerler ama ayarında içerlerdi. Saatlerce otururlar, adam gibi kalkarlar, evlerine giderlerdi.
Sabahın en erken saatlerinde iskelenin girişinde balık mezadı kurulur, balıkçıların yakaladıkları balıklar, belediyeden bir zabıta eşliğinde balıkçı kabzımallarına açık arttırma usulü satılırdı. Balıkçıların, o yıllarda öyle büyük motorları, dip radarları, yoktur!.. Her şey balıkçı reislerin becerisine kalmıştır! Kimi 3 kap balıkla katılır, kimi 10 kapla… Mezat için toplananların sabah çaylarını ben verirdim. Aralarındaki konuşmaların çoğuna şahit olmuşluğum vardır.
Muharrem Ağabeyimizi, balıkçı reisleri kendilerine yakın görürler, dertlerini, işlerini, işsizliklerini onunla paylaşırlardı. Çoğuna yardım elini uzattığını çok iyi bilirim! Günlerce, havanın çok sert estiği olmuştu! Herkesin kumanyasını hazırlar evine gönderirdi…
Mezat, açık arttırma, usulüyle yapılır. Balık kabzımalları ortamı kontrol ederler dışarıdan giren, çıkan, ortamı bozan olacak mı diye, sıkı kontrol ederlerdi. Bütün bunlar yapılırken kimsenin ruhu duymazdı. Fısıltı dahi yasaktı, gözler ve mimikler konuşurdu. Herkes katılabilirdi ama bazı kuralları da yok değildi hani! Örneğin büyük balığa amatörler fiyat yükseltemezdi. Onlar için, 1-2 kap ayrılır kendi aralarında arttırmaya girer, Mezadı alan, balığını alır giderdi. Oysa, büyük kabzımallar öyle midir?.. Meydan muharebesi çıkar aralarında! Büyük paralar ortaya atılır. Herkes birbirini açığa düşürmeye çalışırdı. Aslında bir sonraki balıktır gözüne kestirdiği, çaktırmadan ilk partiyi rakibine bırakır, sonraki balık için kendine yol açardı (!..)
Hulusi Sarıoğlu abimiz var! Muharrem Ağabeyle dişe diş çatışır, artırır da artırır! Zaten alacağı iki kap balıktır. Diğer balığı bozar! Bu sefer balıkçı tutturur, “Bizimkileri de o fiyattan çıkın” diye!
Muharrem ağabey avaz avaz bağırır: “İki zengini mutlu edeceksin diye herkesi mağdur ediyorsun” diyerek, söylenir dururdu meydanda! Dinlemez bile Hulusi Ağabey, döner arkasını bildiğini okur! İyi de bilirdi mezat işini…
Muharrem Ağabeyden yaşlıdır ama aksidir de!
Ne yaptı sonunda ağabeyimiz? Gitti, Emin Arat reisi, Hüseyin Köksal, (Tarzan) Hamdi Yılmazer, Mehmet Dinçer reislerle bir araya gelip, durumu izah etti. Reisler, kırmadılar Muharrem ağabeyi teklini kabul ettiler. Neydi teklif? Sabah, az balık getirenlerin kaplarını, çok balığı olanlarla birleştirilecektir! Mezat sonunda, paraları ayrılacaktır…
Hulusi Ağabey gelir, bakar; herkesin önünde 20 kap 30 kap tekir var, önceleri uyanamadı işe! Seyretti durdu… Biri mi uyandırdı yoksa kendisi mi sezdi bilemiyorum! Bir gün, daldı 20 kap tekirin arttırmasına, kapıştılar mı Muharrem Ağabeyle! İkisi kaldılar mezada Hulusi Ağabey, çakıyor fiyatı, katlıyor ikiye üçe, Muharrem Ağabeyimizin bıyıkları aşağı yukarı oynuyor… Her bıyığının oynayışı 5 TL o zamanlar… Konuşan yok, hiç kimsede ses yok! Tenis maçı izler gibi izliyorlar! Kafalar, bir Hulusi Ağabeye dönüyor, bir Muharrem Ağabeye…
Aslında Muharrem Ağabeyin kafasında başka sorular var! “Bu adamı öldürseler, 20 kap tekire giremez! Nasıl oldu da bu kadar açıldı?..” Demeye kalmadı, son arttırmada Muharrem Ağabey girmedi, döndü arkasını gitti! Mezat, Hulusi Ağabey’de kalmıştı!.. Fiyat çok yükselmişti. Hulusi Ağabeyimizin canı sıkkın bir şekilde ortada kalakalmıştı! Ne yapsın, 20 kap tekiri!.. Muharrem Ağabey, bizim çay ocağının dibinde kahvesini yudumlarken bir yandan da merak ediyor; Hulusi Ağabey, nereye götürecekti o kadar tekiri… Neyse Ruşen Usta aldı yarısını, diğer yarısını yazlıkçılara ayırdı ama zar zor eritmişti balıkları!.. Bir daha tekir mezadında görmedim Hulusi Ağabeyi!… Sadece Istakoz ve kırlangıç balığını takip eder olmuştu…
Yeni bir araba almıştı! Dodge 200 Kamyonet, işlerini çok hafifletmişti. Anın da Yalıköy, Kıyıköy, İğneada’ya uçuyor, balığı kapıp geliyordu!..
Sevgili ağabeyimiz, hep canavar gibi çalışırdı. Yaşlandığını hissetmedik onun, görüntü hep aynı idi! Hep masalarda ve dostlarının yanındaydı!..
Birgün, veda ediverdi, kimseyi yormadan, kimselere sormadan gidiverdi… yorulduğunu bile anlamamıştı ve bir balıkçıya yakışacak biçimde balık sezonunun açılmasına saatler kala 31.08. 2009 gecesi terk-i diyar eyliyordu!
Sorduğumuzda yüksek tansiyondan demişlerdi. İşçiyi, fakiri kollayan, gözünü budaktan sakınmayan bir ağabeyimizdi.
Bu hikâyemizde isimlerini andığımız, aramızdan ayrılmış olan, Ahmet Bozoğlu, Arif Ağabey (çorlulu), Emin Reis, (Arat) Halil Albayrak, Hamdi Yılmazer, Hulusi Sarıoğlu, Hüseyin Köksal (Tarzan Reis) İbrahim Metin, İlyas Özsoy, İzzet Yıldırım, Kasım Çokyaşar, Mecit Uluşahin, Mehmet Dinçer, Sıtkı topçu Ağabeylerimize de Tanrıdan rahmet diliyorum…