Ana SayfaLütfü ErtürkKapın Her Çalındığında

Kapın Her Çalındığında

“O mudur”?  Diyeceksin! Bestesi ve güftesi Yusuf Nalkesen’e ait güzel bir şarkıyı başlığımıza taşıyarak açtık yazımızı ama her kapı çalınışı da şarkıdaki gibi güzel ve umut dolu olmayabilir!Çünkü aşağıda okuyacağınız 1936 Almanya’sında geçen, size; biraz da bildik gelecek vahim bir itiraf hikayesini anımsamış olacaksınız!

1892-1984 yılları arasında yaşamış alman rahip Martin Niemöller, Yahudilere karşı soykırıma karşı olmamış ve daha sonra pişmanlığını dile getirmiş bir şahsiyettir.

İşte, “susma, sustukça sıra sana gelecek” içerikli ünlü bir anlatımı vardır ki şu günlerde tanıklık etmekteyiz…

“Naziler, önce komünistler için geldiler, bir şey demedim. Çünkü komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim. Çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim. Çünkü ben sendikacı da değildim. Sonra Katolikler için geldiler ve ben, yine bir şey demedim! Çünkü Katolik de değildim. Ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.”

Bu günlerde CHP’nin ısrarlı propaganda siyasetini izlemekteyiz! Daha ötesi yok! Siyaseti CHP kökenine ait dinamiklerin öncülüğünde değil de, gündelikçi siyaset taşeronluğuna soyundurarak halka, bir geçiş dönemi yaşatmaya çalışıyor.

Neden ve niçin sorularına geçmeden önce dikkatinizi bir yere çekeceğim!

CHP, bugünkü siyasi olaylara yine temkinli ve yüzeysel bakmakta adeta rıza gösterir bir halde yaklaşımda bulunmaktadır!…

Bugünlerin geleceğini davul zurna ile ilan ettiler!

CHP’nin yaptığı bir şey oldu mu?

Ne gezer? İktidarın hiçbir yaptırımına karşı koymadıkları gibi adeta iktidarın izlediği yolu da taklit etmeye başladılar!

Dinsel içerikli bir siyaset izlediler!

Türbana rozet, bu işin en dramatik yanıydı!…

Kesmedi!…

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir “üst akıl” arama yoluna koyuldular, Mustafa Kemal’in kemiklerini sızlatma pahasına “Ekmeleddin” tragedyasını sahneye koydular!…

İktidara giden yol, iktidarı taklit etmekle olmaz!

Çünkü siyasetlerinin esas dayanağı İşçi sınıfından korkuyorlardı. Bu saptamayı, daha 1977’de Bülent Ecevit’in Disk ile olan kavgalarından bilmekteyiz…

Bugün, “karşı durmak” yerine, aynı yola iktidarla birlikte çıkmak gibi gafleti halkına “hak arama” olarak yutturmaya kalkmak, kendilerine addettikleri Sosyal demokrasiye yakışmamaktadır. Bir sistemi çalıştırarak değil de bir isim altında mücadele vermeyi büyük özveri olarak halkımıza pazarlıyorlar…

Oysa, kendilerini addettikleri sosyal demokrasinin beşiği olan Almanya’nın geçmişi ile biraz bilgi sahibi olsalardı. Binlerce sendikaya ve sosyal demokrat partilere rağmen o günlerin Hitler Almanya’sında yazılı hukukun nasıl karartıldığını görebilseydiler, belki bugün direnme modelini değiştirip, öyle mücadele edeceklerdi…

Bugün, Ekrem İmamoğlu üzerine inşa ettikleri direniş modelinin en acımasız dayanağı “Allah’a havale etmek” olduğunun farkındalığını kaçımız görebilmekteyiz!…

Çünkü “hukukun üstünlüğünü” koruyamadıklarını bildikleri için, vicdanlara hitap etme yolunu seçerek, aklanmayı; şikayetçi oldukları yönetimden daha çok ister haldeler!

Neden böyleler?

Emperyalistlerin istedikleri düzeni sağlamak için bu ülkede halk İslamcı, Milliyetçi, Sosyal Demokrat, Kürtçü, komünist olarak net bir şekilde ayrıştırıldı ve saydamlaştırıldı…

Şimdi, düzen mekanizmasına uymayanlar, hangi görüşten olursa olsun süpürülüyor!…

Gazeteci, Sanatçı, Yazar, vb. gibi aydınlar biçimlendiriliyor, biçim almak isteyemeyenler, toplumdan uzaklaştırılıyor.

Düzenin bundan sonraki aşaması soru işaretidir!

İtalyan faşizmi öncesi, kısman İspanya iç savaş öncesi ama özellikle Hitler Almanya’sı öncesi, Alman Sosyal Demokratlarının halkı, “yarınlar güzel olacak”, “Umut var, biz varız” ….  Vaatleriyle sakin tutmaya çabaladığı günlere benziyoruz! Umarım sonucu halkların üzerinden silindir gibi geçildiği günlere benzemez!

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar