Ana SayfaLütfü ErtürkHatasız Kul Olmaz

Hatasız Kul Olmaz

Size, 40 yıllık önce şahit olduğum yaşamlardan bir kesit sunmak istedim.  Uzun zamandır öykülere dokunmamıştık.Çay bahçesi öykülerimden biridir.

Makbule ablamız ve kızı Macide’nin öyküsüdür bu…

Çay bahçesini açtığımızda; sezon başında, öncelikle beşeri değişime bir göz atarız. Kimler geliyor, kimler bizimle?  Gidenler, ölenler, evlenenler, gözlenirdi.

Herkesin masası aynıydı. Kimse, kimsenin masasına bilerek oturmazdı!  Yıllarca sürdü bu gelenek ,herkesin bir masası vardır ve sandalyeler  hep aynı yönde bırakılırdı. O sandalye öyle ayarlanmıştır ki; Akasya ağacının solundan ve çınar ağacının sağından üç sıra arkadaki masanın sağdan üçüncü sandalyesini görmektedir. Milimetrik hesaplarla göz göze gelmeler ve bu beceri sağlayabilmek için harcanan emekler…

Kızlarda evlilik yaş sınırı 21’dir. 23’ünde evde kalmışsındır. 25’inde ise İhracat fazlası gözüyle bakılırsın.

Yukarı mahalleden bir Makbule ablamız vardı. Çok senelik müşterimizdi. Sezonu bizimle açar, bizimle kapardı. Makbule ablam dertli mi dertli; hüzünlü mü hüzünlü olduğu çok önemli bir derdi vardı. Kızı Macide, 25’ine gelmiş ama bir türlü kısmeti çıkmamıştı. Kısacası evde kalmıştı.

Çay bahçemizin orta girişin soldan ilk masasına otururlardı. Makbule abla denize doğru cephe alır hiç kimseyi muhatap almadan denizi seyrederdi. Kızı da annesinin soluna oturur, hem sahili hem de arka tarafta oturan bekâr erkekleri süzerdi.

O zamanlar çay bahçelerinde, önden dört sıra aileye aitti.

Macide Uzun boylu, beyaz tenli, dolgun dudaklı, dalgalı, siyah saçları olan güzel bir kızdı. Nedense erkekler pek yanaşmaz, hatta dönüp bakmazlardı bile Macide’ye. Garson olduğum için masalarına gittiğim de Macide’yi yakından inceler güzelliğine onay verirdim.

Sevdiği yok muydu? Vardı elbet!

“İsmail ağabey” dediğimiz bizden 5 6 yaş büyük bir ağabeyimiz vardı. Yakışıklıydı, sarışın kıvırcık saçlar, yeşil gözler sert yüz hatları. Macide’nin yüreğini hoplatan tek delikanlıydı.

İsmail’in kötü bir şöhreti vardı! İçkiye aşırı düşkün oluşu; Macide’nin yüreğini yakmaya yetmişti.

Haydi, itiraf edeyim! Beraber içerdik İsmail ağabeyle; akşam olunca uğrar, “işin bitince meyhaneye gel” diyerek köşedeki meyhanede beni beklemeye başlardı. Bazı geceler “işi bırak gidiyoruz” diye çıkışırdı.

Derdini biliyordum. Macide’yi istetmiş ama vermemişlerdi. İsmail’in annesi ve babası hatırı sayılır kişilerdi. Makbule abla da bu hatırlı kişileri ezmeden geri çevirmenin yollarını aramış, kızının ağırlığınca takı isteyerek, soğutma yolunu seçmişti.

Bütün bir kış meyhane de İsmail’in takı muhabbetini dinler, hesaplar yapardık. Birinci kadehte konuya Ofluya pufluya girerdi. İkinci kadehte bilezikler alınmış olurdu. Üçüncü kadehte İsmail; “tepemi attırırlarsa 3 metre kordonu boynuna dolarım” dediğinde; “ yengeye ayıp edersin” diye çıkışırdım. “Yok, be kardeşlik; O Makbule karsının boynuna dolayacağım,  gözü doysun” diye dertlenirdi.

Makbule yüzlerine direk söyleyemediği “olmaz” cevabını, haber yollayarak arayı soğutmaya çalışırdı. “Sarhoş o çocuk o ev bakamaz” derdi. “İçkiciye kız mız veremem ben” deyip kestirip atıyordu.

Makbule’nin bu densiz çıkışları, bizi iyiden iyiye ümitsizliğe itiyor. Orhan Gencebay’ın “Hatasız kul olmaz” parçasına sığınarak kadehleri ardı ardına deviriyorduk.” İsmail’i anladık da sana ne oluyor evlat” diyenlere “arkadaşımı yalnız bırakamam” derdim…

Bir kış altın, yüzük, bilezik hesapları ile geçmiş, bahara doğru karar almıştık. Macide’yi Kaçıracaktık. Hani kızı da öyle pek gönüllü bulmamıştım ama yine de yapacaktım. Macide 26 sına gelmiş ama Makbule abla 3 sezondur 23’de durdurmuştu zamanı…

İşte o sezon başıydı ve Makbule abla, benden sonra bahçeye giren ikinci kişi idi. “Hadi be oğlum koca kış evde küflendik aç artık bahçeyi “ diyerek hayıflanarak içeri girdi. Elime bir çay alıp masasına gittim.

“Macide ablamı ne yaptın? Niye gelmedi? Sakın kışın kocaya vermeyesin” diye takıldım. Makbule abla, gencecik bir kadın edasıyla kıkırdadı. Yavaştan “sus ulan yerin kulağı var, duyacaklar” dedi. “Neyi duyacaklar? Diye ben de fısıldadım. Ben niye fısıldadıysam…

“Macide’yi geçtiğimiz ay verdim hem de İstanbul’a. Bir ay sonra düğün var. Gözünü seveyim kimseye deyiverme. Hele ki o sarhoş mihora gene hiç deme!” Bunu bana diyordu. Makbule cadısı. Ben yıkıldım ki; İsmail ölebilir diye içimden geçirdim.

Demeliydim. Bizim bütün planlar suya düşecekti. Bu sefer İsmail’i meyhaneye ben çağırmıştım. Hızla girdi içeri; gözlerini dikmiş bakıyordu. Ben o gelmeden cesaretleneyim diye hızlı, hızlı içmiş kafayı bulmuştum. Kendimce rahat bir şekilde anlatacak; yine planlar yapacaktık. İsmail, meyhaneciye gözüyle müziğe “dokun” işaretini yapıp, kadehine rakıyı doldurmaya başladığında ben ağlamaya başladım. Durumu anlattığımda İsmail’le ikimiz beraber ağlıyorduk. “Makbule cadısı bahçede mi?” “Evet”, dememle birlikte ben, çoktan Macide’nin karşısındaydım. “Bu gece seni kaçıracağız” dediğim de gülümsedi Macide: “O defter çoktan kapandı. Sakın, öyle bir teşebbüste falan bulunmayın, asla gelmem” deyip kestirip attı…

Davullu zurnalı gelin verdi Macide’yi Makbule! İsmail kasabayı terk etmiş nerede olduğunu bilemiyordum. Macide gelin arabasına binerken, Makbule’ye ilk defa acımıştım. “Öksüzüm gidiyor a dostlar”  diye ağlıyor kendini arabanın önüne atıyordu. Böyle gelin ettik Macide’yi bir yaz başında gidiverdi ardına bakmadan…

Makbule çay bahçesine artık sabahları daha sık geliyor. Daha fazla laflıyorduk.”Macide ablan durdu, durdu turnayı gözünden vurdu. Bir eli yağ da bir eli bal da”  derken göz ucuyla da yan masaları kontrol ediyordu. Hani, yanılıp da Macide’yi soranlara “İstanbul’un orta yerinde…”  diye başlıyordu.

Macide gideli sekiz ay kadar olmuştu. İsmail iyiden iyiye kendini içkiye vermiş kimselerle işi kalmamıştı. Ben de arada bir uğruyor hal hatır sorup uzaklaşıyordum yanından.

Bir gün,  Gültepe taraflarındayız, arabayla gecekondu bölgesinden geçerken çayırlık yerde, çamaşır seren hamile bir kadın gözüme ilişti. Arabayı durdurup baktığım da, gözlerime inanamadım. Evet, bu bizim Macide idi! Üstelik hamileydi de. Sevinmekle, hüzün birbirine girdi ben de! “İstanbul’un orta yerin de oturuyor. Bir eli yağ da bir eli bal da” önce, kendimi göstermek istedim. Hani, “bak seni yakaladım” der gibi! Gözüm, karnına ilişince vazgeçtim ama anası olacak o makbule kadınına soracaktım ben…

Kaç zamandır İsmail’i görmemiştim. Birkaç kişi Beyoğlu’nda; Barlar da fedailik yapıyor dediler. “Yaktı kendini, ölür” demeye kalmadı,  acı haberi geldi. Bir gece Tarlabaşı’nda bıçaklandığı haberi geldi. Nisan yağmurlarıyla defnettik İsmail’i. İçimden de bir şeyler gitti İsmail’le birlikte.

Sezonu ortalamıştık, Temmuz sıcakları ortalığı kavururken; çay bahçesinden içeri giriyordu Macide… Kucağında ki bebesiyle!

Makbule yan masalara laf yetiştiriyordu! “ Kayın validesi git yazlık yere, annendesin nasıl olsa! Deniz havası bebeğine de iyi gelir, diyerek göndermiş” diyordu…

Ben İsmail’in intikamını alacakmış gibi bilenmişim! Macide’ye yaklaşarak; sana bir şey diyeceğim dediğim de; Macide, sözümü keserek: “Duydum, çok üzüldüm başın sağ olsun” demez mi?

Şaşkınlık içinde bakınırken Makbule’nin yaşlı gözlerinle karşılaştım eğilmemi söylüyordu. Yavaşça yanaştı ve kulağıma; “ Macide öksüz büyüdü, Neden öksüz kaldı Macide, biliyor musun? Artık sana bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Halimizi sen bil” diyerek, gözyaşları içerisinde devam etti. “Macide’nin babası da çok içerdi. Ve bir akşam meyhane de bıçaklandığı haberi geldiğinde yemin etmiştim! Macide’yi İçki içen biriyle asla evlendirmeyecektim.”

Makbule abla, boynuma sarılmış sarsıla, sarsıla ağlıyordu. Macide ve ben Makbule’yi zor oturttuk. Kolumu bırakmıyordu, Kulağıma yanaştı “aman şu yan masadakiler duymasın, Macide artık dönmeyecek. Geri geldi boşanacaklar “ derken Makbule şarlıyor yer gök inliyordu. Kasım ayı gelmiş, Sonbahar güzelliğini yitirmeye yüz tutmuştu. Bahçemde, Makbule, dul kızı Macide ve ben oturuyorduk. Babam,” Bahçeyi kapatalım” dedikçe; havalar iyi gidiyor diyerek kapanışı erteliyordum.

Kerpiçten yer evleri vardı. Kışın, bir iki kez çocuğu sevme bahanesiyle gidip kış ortası ihtiyaç olacak yiyecekleri götürmüştüm.

İlkyaza çıkmıştık… Bir sabah Bahçenin sandalyelerini boyarken Makbule geldi. Biraz dikkatlice bakınca yüzünde ki gülücükleri yakaladım.  Ocaktan iki çay alıp masasına iliştim. “Anlat bakalım Makbule Sultan, nedir konu?” dediğim de…  Döküldü yine makbule, gözyaşı içinde ama arada bir gülüyor, duruyor anlatıyordu.

Macide’yi Çanakkale’ye vermişler. Emekli bir öğretmen istemiş. “Araya tanıdıklar girdi” diye başlayınca, “dur dedim Makbule abla dur! Gültepe’ye benzemesin.”  Durdu, ağlaması da durdu.

Bir şeyler söylemek istedi, yutkundu “Çanakkale” diyebildi kaldı.”İyi bilirim, bizim oralar” dedim.

Gözlerimin içine, içine baktı! “Hatasız kul olmaz değil mi? Sen de beni affet, kap iki çay daha” dediğin de ben çoktan gözlerimi karşı köşedeki meyhaneye dikmiştim

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar