Adını Beria koydular.
“Olgunluk ve güzelliğiyle farklılığı göze çarpan sevgili” anlamını taşıyordu adı. Öyle de büyüttüler Beria’yı sevgi ve olgunluk içinde…
Beria’nın çocukluğu zor günlerde geçecektir. Ülke 1. Dünya savaşından yeni çıkmış ama aynı zamanda hem kurtuluş savaşı vermekteydi. Hem de kendi içinde verdiği bir savaşı yaşamaktadır. Bu savaş, var olmanın, yenilenmenin savaşıydı. “Cumhuriyet” ilan edilerek yönetim ve egemenlik milletin iradesine geçecekti.
Beria bir Cumhuriyet kızı olarak büyüdü!
Önce babasının okulunda (Kandilli kız lisesi) daha sonra İstanbul üniversitesinde yüksek matematik okudu…
Beria, çok zeki sportmen ve kibar bir genç kızdı. Çok iyi bir yüzücüydü. Daha gençliğin ilk günlerinde boğazı yüzerek geçmişti. Topluma yararlı olmak isteyen, idealist yapıda ama dur durak bilmeyen sürekli üreten bu genç kızın yolu bir gün sağır ve dilsiz çocukların okulunda öğretmen olmakla kesişti!.. İlk defa kendi gırtlağını çocuklara tutturarak çıkan titreşimleri çocuklara hissettirip dilsiz bir çocuğu konuşturmuştu! Bu idealist, üniversite eğitimini bir kenara itip, kendini bu çocukların eğitimine adayacaktı! Bu hareketiyle O yılların ünlü mecmualarına kapak olmuştu.
Bu dergiler sayesinde Beria’yı çok insan tanımıştı. İstanbul’un tanınmış simalarından biriydi artık. Davetler, çaylar, balolar derken Zaman akıp geçmiş, Beria koca bir kız olmuştu. Tabii ele avuca sığmayan adı gibi güzel kızımızın taliplileri de çoğalmaya başlamıştı…
Çok geçmeden, ilk eşi Zeki ile tanıştı!
Zeki, Galatasaray Futbol takımının ilk kalecilerinden nam-ı diğer deve Zeki’ydi!.. İşin latifesi bir yana, Zeki Bey de çok yakışıklı ve halk tarafından tanınan ve çok sevilen beyefendi bir kişilikti!..
Evlendiler…
Beria ve Zeki Bey sosyal yaşamları renkli insanlardı. Partiler, çaylar tiyatrolar, ilk günlerin renkleriydi evliliklerinin! Bu evlilikten bir kızları oldu. Adını Fatma (Fatoş) koydular. Fatoş’un bebeklik günleri de çabuk geçti. Beria’ya evde oturmaktan sıkılmıştı. Zeki Bey’de bu dönem de gezmelerini arttırmış, Beria’yı ihmal etmişti. Sıkıntı biraz da o yöndeydi.
Beria, ne kadar içine atsa da ne kadar katlanmaya çalışsa da gün geçtikçe Zeki Bey ile aradaki mesafe açılmıştı.
Yürümedi!..
Fatoş küçüktü ama buna rağmen ayrıldılar!
Beria, sağır ve dilsizler okulundaki öğretmenliğine geri döndü. Fatoş’u da yanında götürerek derslere giriyordu. Okuldaki çocuklar Fatoş’a şarkı bile yapmışlardı…
Beria, ayrıldıktan hemen sonra Şişli’de bir ev tutmuştu. Evi, okula da çok yakındı. Okulun yolunda bir ayakkabı tamircisi vardı.
Her sabah tam ayakkabıcının dükkanının önünden geçerken Fatoş elinden kurtulup dükkandan içeri girer, küçük çivileri büyük çivilerin içine döker kaçardı.
Beria, binbir özür diler, ayakkabıcı ise gülerek “Ben şimdi ne yapacağımı bilmiyorum!” diyerek, Fatoş’u güldürmeye çalışırdı.
Bir sabah aynı şeyi yaptı Fatoş, annesinin elinden kurtulup koşarak dükkâna girdi. Tam kutuyu alacağı anda, çivi kutusunun yerinde yeller estiğini görünce donup kalmıştı. Kutunun yerinde kilitli küçük bölmeli tahta bir sandık duruyordu.
Fatoş, hüsrana uğramış ağır adımlarla dükkandan çıkarken bu sefer Beria ve ayakkabı tamircisi beraberce gülüyorlardı. Fatoş bu olayı hiç unutmadı!..
Hayatları normale dönmüş, Beria’nın yüzü gülüyordu…
Birgün, okula çocukları kontrol için bir doktor geldi. Doktor Hüseyin Bey… Çok kısa bir süre sonra bir daha geldiğinde Beria’ya evlenme teklif etmişti.
Evlendiler…
Mutlu bir evlilikleri vardı. Bu evlilikten de iki kızı daha oldu. Dilara ve Bige…
Çok okuyan kültürlü kadın, artık üç çocukla sadece anne idi!..
Yıllar, çabuk geçiyordu. Yaz aylarında Rumeli kavağındaki yazlığa gidilirdi. Beria akıntıya rağmen hala boğazı karşıdan karşıya yüzerdi. Öyle bir akıntı ki 6/7 kulaçta ancak bir kulaç kadar ilerleyebiliyordu…
Bazen şehir hatları vapurları ile Adalar’a Mudanya’ya geçilir. Orada bir balıkçı teknesi kiralanarak balığa çıkılırdı.
Bohem denilebilecek kadar güncel, fakat bir yandan da mütevazı hayatları vardı.
Yıllar, her zaman olduğu için Beria için de çabuk geçmişti, Hüseyin Beyle beraber yaşlanacağız dedikleri bir anda Hüseyin Bey bir gece ansızın kalbine yenilerek göçüp gitti.
Beria, 3 kızıyla kalakalmıştı. Hayata tutunmaya çalıştı.
Annesi gibi Piyano çalardı, çok güzel dans ederdi. Çok güzel tango yapar, keyifli ise çaçaya dökerdi işi!
Bir zaman gelecek bu keyifle oynadığı oyunlar, onun geçim kaynağı olacağını nereden bilebilirdi…
Beria, artık piyano dersleri ve dans dersleri veriyor, kızlarını okutmaya çalışıyordu. Onları, hayata hazırlıyordu…
Gelenek ilk defa bozulacaktı! Fatoş’u Çamlıca kız lisesine yatılı verdi.
Beria, duvarları yüksek fedakâr bir yapısı vardı. Hayatla ile yoğrulur gidiyor, tüm zorluklara göğüs geriyordu. Ama nereden bilecekti ki bir gün bir anda bir haberle yaşamının buz keseceğini!..
Beria büyük kızının (Fatoş) ölümüyle yıkıldı!
Çok geçmeden, Alzheimer hastası oldu. Bitkisel hayatta 6 yıl kaldıktan sonra göçtü gitti!… Kandilli de babası Arif Beyle beraber yatıyor…