Bizim ne haddimize?
Ya ne?..
Binlerce yıl önce her şey tarım devrimi ile başladı. Avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik düzene geçen insan toplulukları ekme ve biçme toplumunu oluşturmak üzere yerleşik düzene geçtiler.
Her şey “Tarımla Başladı” diyebilir miyiz?..
Daha çok insan ilişkileri, üretim ve şahsi temaslar, barınma, korunma sorunlarını da beraberinde getirdi. İnsanları birbirine daha da yaklaştırdı.
Buna Hastalıkları da dahil edin. Birçok el becerileri beraberce oluşturuldu. El becerileri arttıkça da ortak payda da üleşim kendiliğinden ilkel komünü yarattı. Üretim araçlarının ortaya çıkması ve çoğalması toplumsallaşmayı ve kentsel birlikteliği beraberinde getirdi.
Uygarlık, kentselleşmeyle birlikte ortaya çıkıyor!
Üretim araçlarının ortaya çıkışıyla birlikte sınıf toplumları oluşmaya başlıyor. Kentsel kimliğin oluşumunda mülkiyet hakkını ıskalamayın.
İşte, tam da burada kimse kimseye nerelersin diye sormuyor! Ne işe yararsın metaforu çalışmaya başlıyor.
Yani ilkel komün yıkılıyor!
Küreselleşme, sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmeler, mekânsal ve toplumsal bir alan olarak kentin değişimini kaçınılmaz kılmıştır.
Bu değişimin yarattığı atmosferle kent kimliği ve kent kültürü kavramları önem ve öncelik kazanmıştır.
Tarihsel yapı ve coğrafya, yaşam alanı olarak kentin kimliğini oluşturacaktır. İstanbul’un kent kimliği en az 7 bin yıldır vardır. Gelip gideni çok olmuştur ama ona o kent kimliğini kazandıran faktörler 7 bin yıldır ayaktadır. Kent, hala Batı Romanın izlerini taşıyor, öyle mahaller vardır ki mahallenin Bizans hamamı her gün gözünün içine içine bakar…
Diyarbakır’da öyle Erzurum’da Van’da; içinde kimin oturduğunun ve nereli olduğunun hiç önemi yoktur. Orayı kimlik kazandıran tarihi ve coğrafi konumudur. Zanaatkârlar göçüp gitse de bakırcılar çarşısı birkaç yüzyıl daha söylenir.
Bozulmaz bir kimlik yapısı vardır şehirlerin! Silivri içinde öyledir bu yapı belki de dünyanın en eski kimliğine sahip bir şehirdir. Traklar’a başkentlik yapmış, Osmanlıya Yarenlik etmiş bir şehirdir.
Tarihi yapısıyla, coğrafyasıyla kültürel yapısını oluşturmuş üzerinden binlerce yıl göçler gelmiş-geçmiş kutsal bir şehirdir.
Kim ki ezikliğini bu şehir üzerinden kimlik arayışına kalkarsa dünyanın en büyük yanlışını yapar. Bu şehirden,5 bin yıl önce Astailer, Galatlar, Domlar, Odriuslar, Frigyalılar, 3 bin yıl önce Makedonlar, Romalılar, Hunlar, Bizanslılar, 500 yıl önce Ermeniler, Yahudiler, 50 yıl önce Karslılar, Bayburtlular, Ardahanlılar, Adıyamanlılar, Almanyalılar, Arnavutlar, Boşnaklar geldi geçti hem de akın akın. Bu kent kimliği onları da kucakladı ve yoluna devam etti.
Memleketin bir yerinden başka bir yerine göçüldüğü zaman, göçen kuşak harici olan kuşak (yani kimliği 7 bin yıldan fazla bir sürede oluşmuş olan bu kentte doğup büyüyen kuşaklar) “Nerelisin” diye sorulduğunda en azından “Ben Silivriliyim” diyebilmeli ve bu kenti ileriye taşımak için öncelikle sahiplenebilmeli. Sahiplensin ki kentin kimliği ezelden ebede doğru katkılarla şekillensin.
Kent kimliğini oluşturmak ya da şekillendirmek (özellikle ekmek parası için) göçtüğün kentin binlerce yıldır oluşan kültürel varlığını kendi fıtratınca şekillendirmek değil, yapacağın katkılarla ileriye taşıyarak ve bütününü koruyarak şekillendirmektir.
Senden önce buradan yüzbinler geçti. Evrenden bakıldığında dünya sadece bir noktadan ibaret…
Senden önce de çok denediler. Şimdi, biz hep birlikte Silivriliyiz!
Kim buradan yürümek istediyse, tutmadı. Politikanın dışına çıktılar.
Sen, memleketini özledin galiba…
İşte bu yüzden kesintisiz festival ve kesintisiz kültürel etkinlikler olmalı.
- Dünya savaşı sonrası Berlin’de taş taş üstüne kalmamıştır. İnsanlar toplanmışlar, şehrin abat edilişini konuşuyorlar. Bir ara oradan bulunan ve onları dinleyen Brecht’e sorarlar! “Üstat sizin öneriniz nedir, nereden başlayalım?” derler! Brecht gayet kesin cevaplar; “Opera binasından” …
Çünkü Opera binası Berlin Şehrinin bir kimliğidir…
Sevgiyle Kalın…