Hatta o kadar zordur ki, anladım dediğiniz insanların bile aksini yaptıklarını görünce şaşırmıyoruz. Aslında bu denge çok basittir. Menfaatlerine engel olmadığınız sürece, işler yolunda gider. İnsanlara daima verici olursanız ‘iyi’ insansınızdır.
Siyasette bu yanılgıların sonuçları, daha da ağır oluyor maalesef. Bu süreçte, yanılabileceklerini hesaba katmadan, yenisi, eskisi, ustası, çırağı, siyasi ikbal noktasında iç ve dış rakiplerine karşı bir adım daha öne geçebilme adına, siyasi manevralar yapmaya başladılar.
Dış rakipleri yine bir derece anlayabiliyor insan da, hatta olması da gerekir. İdeoloji farklılığı. İç rakipler de kim oluyor? Küskünler mi? Küstürdükleriniz mi? Bu rakipler nasıl oluşuyor. Hiç düşündünüz mü?
Dün yanında olan, seni destekleyen, varlığını ortaya koyan insanlar, bu gün ‘kötü’ diyebildiğin insanlar. Bugün yanında olan insanlara da yarın kötümü diyeceksin. Ya da bugün yanında olmayanlara, belki de yarın iyi. Denge bu mudur?
Dünün iyisinin, bugünün kötüsü olması durumunun altında, bazı hallerde kıskançlıkta yatmaktadır. Ne menem şeydir o kıskançlık. Yusuf peygamberi bile sırf kıskançlık uğruna kardeşleri atmamış mıdır kuyuya. Gerçi Yusuf peygamber yıllar sonra kardeşlerini affetmiştir affetmesine de, günümüzde haram edilen haklar, helalleştirilemeyen durumlar nasıl çözülür bilemem.
Fakat görülen o ki! Partilimiz, Yusuf peygamberin kuyu hikâyesin de ki, çölden geçen kervancının kuyuya ip sarkıtıp, Yusuf Peygamberi kurtardığı gibi başroldekileri kurtarır mı?
Muamma!
Meclis üyeliklerinin ön seçimle belirlendiği şu dönemde, artık maalesef kazın ayağı öyle değil! Ya kuyuda su olacak, ya da başroldekilerin gönlünde bir su kuyusu.
Boşuna ipin aşağılara sallanmayacağı bu oyunda, kolay sultan olunamayacak. Tabi ki başroldekiler hala kuyuda olduklarını anlayabildilerse!
Oysa makamın, mevkiinin alamayacağı şeyler vardı. Samimiyet, dürüstlük ve dostluklarımız gibi. Sosyal konumunu kaybetmemek adına bu değerleri bir kenara bırakmak ne kadar doğruydu?
Hani bir ‘görünmeyen koltuk’ hikâyemiz vardı bir dönemde. Bu değerleri nerede unuttuk acaba. Yazlık sinemalarda izlediğimiz filmler gibi nostalji mi oldular? Belki de unutulmadı fakat her seçim döneminde farklı senaryolar yazıldı. Biz şimdi bu filmin 2014 versiyonunun galasını izlemekteyiz.
Garip olan şudur ki! Bu filmde baş rol oyuncuları hep aynı olsa da, karakter oyuncuları sürekli değişiyor. Yeni dönemin TV kanal savaşları misali, reyting tutmayınca, sözleşme süresini uzatamayan gruplar, başka kanalda boy göstermeye başlıyorlar.
Karakter oyuncuları eskiden hep aynıydı. Kötü her zaman kötü, iyi her zaman iyiydi. Mesela Erol Taş’ı hiç iyi bir rolde izlememişizdir. Kadir Savun’u da kötü. Oysa ki bizim izlediğimiz film öylemi ? Dünün kötü ilan edileni, baş tacı oluverdiği gibi, iyi olan da bakmışsınız, filmin sonunda vurulmayı bekleyen kötü oyuncu gibi kendini savunmakta.
Aslında kötülük ve iyilik bir bakıma, döneme göre izafi. Duruma göre değişebilen bu iki hali, ünlü yazar Paulo Coelho kaleme aldığı özgün öyküsünde çok güzel anlatmış.
Öyküde anlatılan, ‘Son Aksam Yemeği’ isimli resmini yapmayı düşündüğünde, Leonardo da Vinci büyük bir güçlükle karşılaşmıştı. İyi’yi Hz. İsa’nın bedeninde, kötü’yü de Hz. İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde betimlemek zorundaydı. Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, koroda şarkı söyleyen birinin ‘ İsa’nın tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan uzun zaman geçti. ‘Son Akşam Yemeği’ çalışması neredeyse
bitmek üzereydi. Ancak Leonardo da Vinci ‘Yahuda’ için kullanacağı modeli henüz bulamamıştı. Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı. Fakat kimi bulsa model olarak içine bir türlü sinmiyordu.
Leonardo da Vinci, aylarca aradıktan sonra, tabiri caizse çökmüş genç bir adam buldu. Perişan durumda olan bu adam, sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda, kaldırımın kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi. Çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı zorda olsa ayağa diktiler.
Genç fakat çökmüş adam, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, kötülüğü, bencilliği resme geçiriyordu. Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan adam, kendine geldi. Bu harika duvar resmini gördü.
Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
“Ben bu resmi daha önce gördüm…”
“Ne zaman?” diye sordu Leonardo da Vinci. O da çok şaşırmıştı.
“Üç yıl önce” dedi adam.. “ Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti !!!”
Ne kadar enteresan değil mi? İyiliğin ve kötülüğün yüzünün aynı insanda resmedilmesi.
Sevgiyle kalın.
“İyi ve Kötü’nün yüzü aynıdır… Her şey, insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır…’’
Paulo Coelho