Çoğumuzun inandığı bir algı vardır. Masal, çocukların hayal dünyasını geliştirir ve başarılı bir gelecekleri olur! Söylemidir.
Aslında, hepimiz minicik bir nüansı gözden kaçırmışızdır. Masal, algının ta kendisidir. Miş’li geçmiş zamandan yola çıkarak, olayları güncelleme becerisidir algı.
O kadar çok masal dinleyip, bu kadar çok algı operasyonu yiyen bir toplum yıllar sonra beşerî karakterinde değişime uğrayacağından hiç şüpheniz olmasın!
Masallar, gerçeklerden uzaktırlar. En çok kullandıkları da hamaset sanatıdır. Yalandan üretilmiş hikayelerdir.
Bu toplumun esas olarak kültürü “yalan” üzerine değişim gösterecektir. Yalan bu bağlamda sadece ağızdan çıkan sözler değildir.
Hayata bakış ve genel olarak yaşam tarzı olarak yerleşecektir. İnsan, doğası gereği yalan söyler ama toplumun yalan konusunda hiçbir yaptırımı yoktur.
Kutsal kitaplarda da yalan ile ilgili bir ceza ve yaptırım yoktur, olsa olsa günah olur ve sonradan tövbe edilebilir…
Esas sorun da budur!
Din ve inanç, toplum düzeyinde etkili olduğu zamanda ise “yalan” için en ideal ortam hazır demektir. Ne zaman din ve inanç sadece bireysel düzeyde kalır, gerçekte toplum ve sağlıklı birey ancak o zaman gerçek anlamda hürriyetine kavuşur. “Yalan” bu bağlamda tüm toplumun genelinde tüm kötülüklerin köküdür…
Yalanın alt kırılımları da vardır, örneğin hamaset, ırkçılık, cinsel ayrım, doğaya ve tüm canlılara karşı hoyratlık vs… Yani bilimsel açıdan aslı astarı olmayan konuları ve hususları var saymak, gerçekte olmayan özelliklere önemli değerler ithaf etmek…
Yalanın ortaya çıkışının en önemli nedeni; bilimden ve hayatın normal akışından uzak olmaktır.
Bu şekilde zehirli (toksik) toplumlarda iki katman halinde süre gelen çekişme ve didişme sonsuza dek yaşanır.
Bunu iki katmanlı bir pasta gibi düşünürsek alt katman bunun bazası ise orada bireyler arasında hasetlik, fesatlık, kıskançlık ve çekememezlik hüküm sürer…
Pastanın üst katmanı ise krema ve garnitürleri olarak çağdaşlaşma yanlıları ile irtica yanlıları (gerçekte din değildir, bağnazlık ve yobazlıktır) arasında bitmez tükenmez ölümüne mücadele şeklinde geçer…
Ve yalan kazanır! Toplumu ele geçirmiştir.
Emperyalist ülkelerin toplum mühendisleri; ülkemizin toplum kültürünü tıpkı burada konu ettiğimiz parametreler üzerinden dizayn etmişlerdir. Tabi bu öyle birkaç haftalık, birkaç aylık çalışmayla yapılmamıştır. Tam 40 yıl sürmüştür. Paradokslar hâlâ da devam etmektedir.
Totaliter rejimlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar.
İlke; şefin yanılmazlığı değil, yenilmezliğidir. Buna olan inanç biterse totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır.
Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacaktır.
Ya muhalefet nasıl bir taktik kullanıyor?
Hayal dünyamızı çökertecek gerçek nedir, bilen var mı? Yoksa, yine “kontra algı” mı yemekteyiz!
“300 milyarlık yeni bir kaynak buldum” sözü algının en baba hali geliyor bana!..
Bu ülkede 1980 öncesi genel seçimlerde partilerin dışında da çok iştirakçisi vardı. Sendikalar, Sivil Toplum Kurumları, Üniversiteler, verdikleri beyanlarla, yayımladıkları bildirilerle seçim süreci içerisinde çok etken olurlar. Toplumun siyaset kültürü üzerinde eğitim kurumları gibiydiler.
Seçimlere 16 gün kaldı bir sendika bildirisini okudunuz mu, çağrısını duydunuz mu? Yok!.. Gönüllü suskunluk ve yok edilmiş bir siyasi kültürün bitimi…
Üniversiteler, dernekler, odalar, onlar neredeler?..
İşin kolayına kaçmış muhalefet lideri!
Emekten, işten, hakça düzenden, çalışarak büyümekten bahsetmeyeceksin ama “300 milyar buldum” diyerek algı yapacaksın. Ayrıca “hem de en temizinden!..” diye vurgu da yapacaksın! Hepi topu bu işte!.. Ülkemizde seçimler dar alanda kısa paslaşmalardan ibarettir…