Sevgili Lütfü, uzun zamandır seni izliyorum. Ne zaman bir doğa ve çevre olayı olsa en ön saflardasın. Seni öyle görünce seviniyorum ama bir yandan da üzülüyorum. Seviniyorum içindeki yaşama sevincin, direnişçi ruhunla hala mücadele veriyorsun. Üzülüyorum, verdiğin mücadelenin karşılığını alamadığını düşünüyorum. İnşallah bu duygum da yanılıyor olayım… Sana bir yazı gönderdim. Yayımlama durumun varsa benim de bir yazım yayımlansın istiyorum… Sevgiyle kal… Sevgi Ablan…
Sosyolojik Analiz
Toplumların gelişimi için atılan her adımın temelinde “hizmet” olması gerekirken, çoğu zaman bireysel çıkarların gölgesinde kalan kararlarla karşılaşıyoruz. Kimi zaman siyasi kazanç uğruna, kimi zaman da para baronlarının çıkarlarına hizmet eden politikalar nedeniyle halkın gerçek ihtiyaçları geri plana itiliyor.
Bir belediye projesi, bir sosyal hizmet ya da bir yatırım; amacı halkın yaşam kalitesini yükseltmekken, çıkar hesaplarıyla şekillendiğinde adalet duygusu zedeleniyor. Asıl sorulması gereken şu: Bu adım kimin için atıldı? Halk için mi, yoksa birkaç kişinin çıkarı için mi?
Siyasette kaybeden yalnızca bir isim ya da parti değildir. Silivri’de Volkan Yılmaz’ın kaybı, bireysel bir yenilgiden öte, bir sürecin, bir tercihin yansımasıdır. Kazananın kim olduğu sorusu aslında şunu da beraberinde getiriyor: Bundan sonra kim hizmeti önceleyecek, kim rantı tercih edecek? Birileri kaybettiğinde, boşluğu dolduranın niteliği toplumun geleceğini belirler.
Peki ya halk? Hizmet için oy verdiğini düşünen seçmen, aslında kaybeden taraf olabilir mi? Seçmen gerçekten kandırılıyor mu, yoksa çoğu zaman bile bile kandırılmaya heves mi ediyor? Siyasetin çarpık düzeninde asıl mağduriyet, doğruyu talep etmek yerine aidiyet uğruna yanlışta ısrar eden toplumun kendisinde saklı olabilir.
Sürekli söylenir: “Genel siyaset ayrı, yerel siyaset ayrı.” Oysa pratikte öyle değildir. Partizanlık ve kutuplaşma, en küçük mahalle seçiminden ülkenin kaderini belirleyen kararlara kadar her noktaya nüfuz eder. İnsanlar bir hizmeti değil, bir tarafı seçtiğinde; o seçimin yükünü, hizmetten mahrum kalarak kendileri taşır.
Kutuplaşmış ve partizanlaşmış toplumlarda, seçimler bir “hizmet tercihi” değil, kimliklerin çatışması haline gelir. Seçimden sonra duyulan pişmanlıklar, hayıflanmalar da bu yüzdendir. İnsanlar kendi tercihleriyle yüzleşmekte zorlanır, çünkü tercihleri çoğu zaman akıldan değil, kimlikten ve aidiyet duygusundan doğmuştur.
Bu yüzden mesele yalnızca bir belediye başkanının kazanıp kaybetmesi değil, toplumun kendisini nasıl tanımladığı ve hangi değerleri önemsediğiyle ilgilidir. Bu da aslında siyaset biliminin ötesinde, doğrudan sosyolojinin konusu haline gelir.
Ben de Sevgi ablama bir şiirle cevap vermek istedim.
Dünya dört bir yanda can çekişiyor.
Her canlı hissediyor olanı biteni sessizce ve uzaktan
Bir tek insan
Nelere sebep olduğunun farkında değil
Kanı akanlar
Canı yananlar
Toprağa canını koyanlar dışında
Ama bütün canlılar farkında
Kuş havada uçarken vurulacağını
Orman yanacağını,
Toprak kuruyacağını biliyor
Bir tek sebep olan farkında değil