Ana SayfaLütfü ErtürkŞehir Efsaneleri 7 - Turgut Bingöl

Şehir Efsaneleri 7 – Turgut Bingöl

Babamın cüzdanından hiç eksik etmediği ama yıllarca çıkarıp çıkarıp baktığı bir fotoğrafın hikâyesini anlatacağım bu hafta.Bir ucu hükümet konağının önünde diğer ucu Has fırın sokağının içine kadar uzanmış bir cenaze konvoyunun fotoğrafıydı bu! 1959 yılı bir sonbahar günü yaşanan acı bir hüznün fotoğrafıydı. Ölümü hak etmeyen bir insanın son vedasının fotoğrafıydı.

Silivri’nin nüfusu 2500’lerde o yıllarda! Oysa cenazede 5000 kişi var. İşte, bunu soruyorum babama ve anlatıyor.

Mangal yürekli halat bilekli adamın (Turgut Bingöl’ün) hikâyesini…

Şimdi ki Silivri Eczanesinin önünde bir kahvehane vardı. “Turgut’un Kahve” diye anılırdı. Çınar’ın altına sandalyeler atılır, sıcak yaz günlerinde insanlar serinlerdi. Çınar ağacın dibinde bir kuyu vardı. O yıllarda soğutucu nerede? Meşrubatlar kuyuya salınır. Kuyudan çekilirdi gazozlar, limonatalar.

Taş plak ve gramofon tek lüksüydü bu kahvehanelerin.

Turgut Bingöl Silivri’nin en güzel atlarına sahip bir yiğit şahsiyettir. Halk adamı, halkın adamıydı, ihtiyarı genci herkesin gönlünde taht kurmuş ağır abidir.

Silivri’de toprak ağalarının olduğu dönemler. Ahmet Kemaller, Ziya Beyler, Esat Ağalar, Asım Beyler, Tevfik Efendiler hatırladıklarım.

Ağanın bu kadar bol olduğu kasabada halkın sevgili ağabeyi, Turgut Bingöl…

Ağalardan birisi, kendi çiftliğine giden yolun üzerinde 10 dönüm bir tarlası olan fakir bir çiftçinin tarlasına konmaya çalışır. Çiftçi, üç beş paraya vermek istemez yerini. Bu sefer baskı başlar, Çiftçiye hakaret davası açılır. Ya yerini verecek ya içeri girecektir. Fakirlik almış başını gidiyor bu arada… Çiftçi içeri girerse; çocuklar perişan olacaktır.

Bir gece, kahvehane kapanmak üzere iken fakir çiftçimiz, kahvehaneden içeri bir gölge gibi sızar ve Turgut Bingöl’ün ellerine yapışır. Ahvalini döker, çaresizliğini anlatır. Turgut Bingöl, kollarından tutarak kaldırır çiftçiyi. “sen şimdi git yat. yarın sabahta mahkemeye bi çık hele…”  diyerek gönderir çiftçiyi…

Akşamdan beyaz atını hazırlar ve sabah erkenden de atına binerek çarşıda bir aşağı bir yukarı gezmeye başlar Turgut Bingöl!

Toprak ağası ve adamları mahkeme kapısının önündedir. Fakir çiftçimiz, bir köşeye sinmiş başına geleceklerini düşünmek bile istemez. Çok geçmez, mübaşir isimleri okumaya başlar.

Hâkim karşısında çiftçinin etmediği, demediği hakaretleri yalancı şahitlerle birlikte sayılır dökülür.

Hâkim kanaat getirmiştir artık. Tam karar verecektir, birden; mahkeme salonunun eski kapısı gürültü ile ardına kadar açılır. Ne oldu demeye kalmadan beyaz atının üzerinde Turgut Bingöl salondan içeri girer. Herkes şaşkındır. Atını yavaşça hâkimin karşısına kadar süren o yiğit adam; fakir çiftçiyi tuttuğu gibi atın terkisine atıp, şu sözlerle mahkeme salonunu terk eder. “Sayın Hâkim, Ben bu kardeşimizin suçsuzluğunu biliyor ve ona inanıyorum. Burada dinledikleriniz insanların hepsi yalancıdır. Dava bir hakaret davası değildir. Fakir olan bu kardeşimizin elinden toprağını alma davasıdır.” Deyip atıyla hızla uzaklaşır oradan.

Kahramanımız devlete karşı bir suç işlemiştir. Cezalandırılması gerekmektedir. Fakir çiftçiyi içeriye tıkmaya çalışan ağalar, beyler nedense Turgut Bingöl’ün cezasının kalkması için seferber olurlar.

Silivri’de hangi mazlumun işi ters gitse, Turgut Bingöl şeriatı kesmektedir. Halk adamıdır. Halkçıdır. Gelin görün ki iktidarda Demokrat Parti vardır artık. Yolun darlığını bahane ederek kahvehanesinin yıkılması için az mı dilekçeler verilmişti. Kimseler yanaşmamıştı, yanaşamamıştı yıkma planlarını gerçekleştirmeye.

Nasıl olduysa bir gün, şehrin içinde Cemse tabir edilen iki askeri araç Silivri çarşısında beliriverir. Biri hiç hız kesmeksizin kahvehaneden içeri dalar. Diğeri de tam karşısındaki taksi durağına girmiştir.

Kahvenin içinde oturmakta olan roman vatandaşlardan birinin bacağı kopar bu kazada. Cemse’nin içinden Bir yüzbaşı iner ve başlar bağırmaya “Ulan yolun ortasında kahvehane mi olur” diye. Sonra döner bakar kahvehaneye burası yıkılır artık diyerek biner giderler.

Ağalar, beyler karşı kahvehaneden izlemektedirler olanı biteni. Keyifleri yerine gelmiştir. Geç de olsa bir ceza kesilmiştir Halkın sevgilisi Turgut Bingöl’e…

Ne oldu biliyor musunuz?

Kahvehanede kaç kişi varsa bir anda kahvehanenin inşaatına tekrar başlarlar.

Duvarları kim örüyordu dersiniz? Süleyman Özer (Tenekeci Süleyman) Çatıya Saltanatlı Ahmet Ustayla Dondurmacı Ramazan usta çıkmış, “sabaha örteriz Evvel Allah” diye rapor veriyorlar. Hasan Özvarnalı, gece yarısı yemekler yaptırmış, kahvehanenin önünde masalar kurulmuş.

Çarşı meydanında beyaz atının üzerinde elinde tüfeği ile dört dönüyor Turgut Bingöl! Yollar tutulmuş, çarşıya, ağalar beyler giremez olmuş.

Sabahın ilk ışıkları ile birlikte çatı duvar örülmüş, çay kazanı ateşlenmiş, herkes kahvehanenin içine girmiş çaylarını yudumlar olmuşlardı.

İçinde, bitmez tükenmez bir acısı vardır ağabeyimizin. Kardeş acısı düşmüştü yüreğine! Bir aşk uğruna askerde canına kıyan kardeşi lütfü’nün acısıdır bu! Yıl 1957, aylardan Kasım 25 ve o gün ben doğuyorum. Ölen kardeşinin adını bana veriyor bu korkusuz adam.

İki yıl sonra yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak vefat edecektir. İşte, o mahşeri kalabalık; o cenaze konvoyu, bu güzel insan için toplanmıştı.

Lider olmak, ağabey olmak, asi ve asil olmak böyle bir şey olsa gerek. Turgut Bingöl’ün hikâyesindeki direniş ruhunu hissetiniz mi? Şimdi hayatta olmayan bu güzel insanlar için Allah’tan rahmet diliyorum. O kahvehanenin duvarına konulan her taş, ağaların, beylerin önüne dizilmiştir.

İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar