Barış Pehlivan’ın bugünkü yazısı “İBB’deki iltisaklı müfettiş” başlıklı.Girişte, denetimde görev alanların hemen tamamının, bir AKP’linin yakını olduğunu, yani iktidarla yapışık (sözlüklerde iltisak için “yapışma” karşılığını kullanılıyor!) açıklıyor.
Yani kurt kuzuyu yemeye niyetlenmiş, demeye getiriyor!
Meslek yaşamımda üç müfettişin davranışları ayrı bir yer etmişti belleğimde.
Karabük Yenişehir Ortaokuluna SÜRGÜN edilmiştim. Yeni görevimin ikinci ayı idi. Müfettiş efendi öğretmen odasının kapısına dikildi, parmağıyla bir işaret yaptı. Buyurun, beni mi çağırıyorsun, dedim. “Hıı, dersini dinleyeceğim.”
Dersimiz bitti. Koridorda değerlendirme yapıyoruz. Hocam dedi, uydurma kelimeleri kullanmasan! Hangi sözcükler uydurma, diye sordum. “Yanıt ve güncel” imiş!
Derste bir öğrencim, Afrika halkları bağımsızlıklarını… falan demeye çalışınca; evet oğlum, “güncel bir konuyu dile getiriyorsun, devam et, demiştim. Öğrencinin “bağımsızlık” sözcüğü, bay müfettişi rahatsız etmişti. Üstü kapalı bir şeyler söylemeye çalıştı!
Ölmüş koyun kurttan korkar mı “sürgün” öğretmen olarak karşılık verdim. Müfettiş bey, “yanıt” yan’dan türemiştir. Karşı, karşılık anlamındadır, uyduruk değildir. Eski karşılığı “c” ile başladığından, büyük ünlü uyumuna aykırı olduğundan kullanmıyorum, dedim.
“Güncel”in de “gün”den türediğini, ” günün konusu, şimdiki, bugünkü” anlamlarına geldiğini anlatmaya çalıştım.
Tartışmayı güzel sonlandırdım (!)Sayın hocam (Haşim Utku) , bakınız soyadınız “utku”, dedenizin dedesi “zafer” yerine öz Türkçesi “utku”yu soyadı olarak yazdırmış kütüğe, büyük dedeniz kadar öz Türkçeci olabilseydiniz (!)
Biga CeHaPe yöneticilerinin karşı olmasına, bakanlık düzeyinde girişimlerde bulunmalarına karşın Biga Lisesine müdür oldum. Birkaç ay sonra müfettişler damladı. Baş yardımcım yılların yöneticisi rahmetli Abidin Balcı idi. Onun gölgesinde bu işi atlatırız, diye düşünüyordum.
Başmüfettiş; “Hocam senin neyini denetleyelim. Hele çalışın, alışın görevinize, bize eyvallah, deyip ayrıldı.
İlginizi çekebilecek gelişmeye de yer vereyim. Silivri Öğretmenevinden dönüyordum. Atatürk Meydanında tanıdık biri çıktı karşıma. Yanına yaklaştım. Selam verdim. Bu kişi, yıllar önce “Hocam, neyini denetleyelim senin…” diyen kişiydi. Hal hatır sorduktan sonra,” anımsıyor musunuz Bakanlık Başmüfettişi olarak Biga Lisesine gelmiştiniz de şöyle şöyle yapmıştınız, size teşekkür borçluyum, dedim ve ekledim,” dünya ne denli küçük, siz o gün “kıllık” yapsaydınız, bugün de ben aynısını yapacaktım! Gülüştük, ayrıldık.
Üçüncü “bay müfettiş” anım kısa.
Emeklilik dilekçem sümenimin altında. Meslek yaşamımda en “kabadayı” olduğum günler!..
Lise 2’de dersteyiz. Konuğum arka sırada, dikkatle izliyor dersimi. Örnek bir ders işliyorum. (Ben bile beğendim!) Bitimde değerlendirme yapıyor bay müfettiş: “Hocam bu ne enerji, nasıl ders işlemek bu! Doğrusu hayran kaldım. Bir ara tahtanın önünde Cüneyt Arkın var sandım!..” Teşekkür ediyor ve ayrılıyoruz.
Günler sonra Müdürümüz Sinan Aycan’dan (kulakları çınlasın, örnek bir yöneticiydi.) nasıl bir rapor verildiğini öğreniyorum. ORTA(!)
Kısa süreliğine Biga’ya dönelim.
Okulumuzun Muhasebe Müdürü Hüsnü Nebioğlu ağabeyimiz (ışıklar içinde uyusun) çok titiz biriydi, dolmakalem beğenmez, divit kullanırdı.
Yine bir teftiş… Rahmetlinin açığı bulunamaz. Eee müfettiş bu (Alican Yılmaz bunların dışında) eleştirmese olmaz! Hüsnü Bey, demiş, odanızın pencere camlarına macunu dışardan çekmişler. İçerden yapsalarmış daha sağlıklı olurmuş(!)