Delikanlı: «Köyümde yaşlı bir annemle babam, bir de nişanlım var. Bana kırk sekiz saat izin verin, gideyim, onlarla helalleşeyim, geleyim. Bir dostum bana kefil olarak burada kalacaktır. Dönmezsem benim yerime idam edilmeye razıdır» der.
Hükümdara anlatırlar. Hükümdar bir idam mahkûmunun yerine, isterse en samimi dostu olsun, bir başkasının kefil olarak kalacağına, o kalsa bile ötekinin gittikten sonra geri geleceğine inanamaz ama, bu teklifi denemeye değer bularak kabul eder. İdam mahkûmunun arkadaşını çağırırlar. İki samimi dost sarılıp öpüşürler, arkadaşı, en küçük bir duraksama bile göstermeden, mahkûmun yerine kefil olarak kalmayı kabul eder.
Mahkûm gider, onun yerine zindana giren kefil de, engin bir güven ve huzur içinde, dostunun dönüşünü beklemeye, başlar. Aradan kırk saat geçer, giden görünmez. Daha sekiz saat izni vardır. Hükümdarın adamları kefille alay etmeye başlarlar:
— «Gelseydi şimdiye kadar gelirdi» derler. «Can pazarı bu, arkadaş! Görüyorsun ki çok feci bir şekilde aldatıldın.»
Kefilde en küçük bir telâş heyecan, korku eseri yoktur.
— «Daha mühlet dolmadı; göreceksiniz ki gelecektir. Bizim aramızdaki dostluk, vefakârlık o derece dürüst, katıksızdır ki, gelmeyecek olsa bile aşla gam yemem; seve seve onun yerine ölürüm. Çünkü gelmezse, eminim ki, gelmemesi için elinde olmayan sebepler çıkmıştır. O zaman bunda arkadaşımın ne suçu olabilir!»
Nihayet kalan sekiz saat de dolar. Hâlâ gelen giden yoktur. Hükümdar da, adamları da alayı artırırlar:
— «Arkadaşın seni, sen de bizi aldattın. Onun yerine senin başın kesilecektir!» diyerek idam hazırlığına başlarlar.
Kefilin elleri arkadan bağlanıp kendisi de cellat kütüğünün önüne çökertilir. O, bu anda bile arkadaşı hakkındaki inancını, güvenini kaybetmez.
— «Arkadaşıma inanıyorum; onun beni aldatmasına asla imkan yoktur. Mutlaka, mutlaka gücünün yetmediği bir engel çıkmıştır. Ölmeye hazırım. İçimde hiçbir pişmanlık, arkadaşıma karşı hiçbir küskünlük yoktur» der.
Gözleri de bağlanıp tam celladın satırı boynuna ineceği sırada birden meydandan bir ses işitilir:
— «Durun, ne yapıyorsunuz! İşte ben geldim; arkadaşımı öldürmeyin!…»
Koşmaktan bitkin düşmüş olan mahkum kan ter içinde, kendini kefilinin yanına atar. Niçin, geç kaldığını anlatır!…
Yolu üzerindeki ırmağın suları son yağan yağmurlardan taşmış, genç de, bütün çabalamalarına rağmen, geçememiş, suların biraz inmesini bekleyip sonra canını dişine takarak binbir zorlukla ırmağı aşmış; bu yüzden bir hayli vakit kaybetmiş.
Bu açıklamadan sonra, mahkûm arkadaşıyla vedalaşır, kollarını arkadan bağlatır; tam başını kütüğe koyacağı sırada, hükümdar celladı durdurtup, iki dosta seslenir:
— «Mahkumu affediyorum; ancak bir şartım var: Bu yüce, bu vefalı dostluğunuzun arasına beni de katarsanız. Sizler bana insan ruhunun, gereğinde, ne kadar yükselebileceği konusunda eşsiz bir ders verdiniz!»
Bu hikaye sadece iki insanı deeğil, tüm toplumun ortak ahlaki değerİni ortaya koymaktadır!
Nedir bu?
İlk başta gözden kaçırdığımız bir olay var!
Delikanlı ve arkadaşları krala karşı savaş vermekte! Zulme karşı verilen savaşta ölebilir veya kaybedebilİrler! Hiç önemli değil! O savaşı içine girmek o savaşı vermektedir ortak düşünceleri!… Çünkü verilen savaş sadece Kralı tahtından indirmeyecek! Toplumun ortak ahlak değerlerini de koruyacaktı…
Karşı taraf, ne kadar zalim olursa olsun! Birbirimize güvenmemiz gerektiğini anlatan çok güzel bir hikayedir…
İşte halk hareketinin öyle bir kutsal yanı vardır ki karşılıklı güvene dayanır!
Siz bir yola çıkın, arkanızdaki insanlar sizi takip edecektir.