Marmara Denizi tarihinde ilk olarak 2007 senesinde gözlemlenen ve Vakfımız bünyesinde yürütülen “Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi” (MAREM) projesi kapsamında kamuoyu ve gerekli kurumlarla ilk olarak 16 Ekim 2007 ve 31 Mart 2008 tarihlerinde paylaşılan raporlarımızın işaret ettiği “musilaj agregat” oluşumu geçen sürede gerekli önlemler alınmadığından yeniden yoğun bir şekilde gözlenmeye başlamıştır.
Bu tür anomalilerin başlıca sebebi, ortamda tür çeşitliliğinin azalması ve buna bağlı olarak mevcut türlerin fert adetlerindeki artıştır. Daha yalın anlatımıyla bu tür anomaliler denizdeki kirlenme düzeyinin göstergesidir.
İstanbul Kanalizasyon Projesi’nin tüm bilimsel itirazlara rağmen, atıksuların arıtılmaksızın Marmara Denizi alt akıntısına verildiğinde bu akıntının tüm atıkları Karadeniz’e taşıyacağı hayaliyle değiştirilerek 1989’da uygulamaya sokulmasıyla tümüyle bizim olan bu nadide denizimizin nefesi kesilmiş ve yıkım süreci başlamıştır. Bu süreçte 1989 Temmuz ayında, daha önce görülmemiş boyutlarda denizin kıpkırmızı kesilmesi (red-tide) ve hemen akabinde Ekim ayında Sarayburnu-Kartal-Adalar üçgeninde kitlesel balık ölümleri yaşanmıştır.
Kamuoyunda söz konusu oluşumun temizlenerek giderilebileceği, sebebinin doğal bir olay olduğu, küresel ısınmanın bir sonucu olduğu gibi hayal unsuru tespit ve çözüm haberlerini üzülerek izlemekteyiz. Balıkçılık faaliyetlerine kökünden balta vuran, denizimizin rekreasyonel açıdan kullanımını engelleyen, deniz taşıtlarına ve av araçlarına büyük zararlar vererek ciddi bir ekonomik kayba neden olan bu olgunun tek sebebi Marmara Denizi deniz kirliliğidir.
Bu kirliliğin oluşmasındaki temel neden de Marmara Denizi’nin alıcı ortam olarak kabul edilip, geçici mühendislik çözümleriyle Derin Deniz Deşarjları uygulanarak, atıkların Akdeniz kaynaklı alt akıntıya verilmesidir.
Marmara Denizi örneğinde olduğu gibi, organik atıklar bir su kütlesine herhangi bir arıtma yapılmaksızın bırakıldığında, belirli bir süre içeresinde bunları oksitleme yoluyla bileşenlerine ayıran mikro-organizmalar faaliyete geçer. Doğada meydana gelen bu süreçte, atık içindeki karmaşık organik moleküllerin basit inorganik moleküllere dönüşebilmesi, ortamda yeterli miktarda oksijenin bulunmasına bağlıdır. Bu işlemde, atığın seyreltilmesi, çökelmesi gibi olaylar ve güneş ışığı da önemli rol oynar.
Bir su kütlesinde oksijenin organik materyalle bu şekilde tüketilmesi (deoksidasyon) işlemi oldukça yavaş oluşur. Bu nedenle deoksidasyonun en yüksek düzeyine, atığın ortama bırakılmasından belirli bir süre sonra ulaşılır. Bu süreç, Marmara Denizi genelinde 1989 yılından bugüne, artarak devam etmiş ve deniz suyundaki oksijen kaybı bizi bugüne getirmiştir.
Söz konusu organik oluşumun ortadan kalkmasının tek koşulu bakteriolojik olarak parçalanmasıdır ancak ne yazıktır ki Marmara Denizi buna yetecek miktarda suda çözünmüş oksijene sahip değildir ve süreç tam bir kısır döngüye girmiştir.
Bu aşamada büyük resmi görmemiz gerekir. Bugün Marmara Denizi genelinde deniz müsilajı felaketi yaşanırken, yarının bize ne getireceğini bilemeyiz. Doğada oluşan süreçler geriye doğru devinim göstermez, geriye döndürülemez. Her zaman doğa yeni bir yol çizer ve o yolda yürüyebilecek canlılar yürür, diğerleri telef olur.
Bütün bu yaşananlar yapılan ve yapılmaya devam edilen büyük hataların kelebek etkisidir ve bu hataların hepsi, zamanında uygulandığı takdirde felaket olacağı açıkça belirtilmesine rağmen yapılmıştır.Gelinen bu noktada atılması gereken adım, bugüne kadar uygulanan milyarlarca dolarlık projelerin, soruna gerçekçi bir çözüm getirmediğini kabul ederek, Marmara Denizi ve çevresinin kanserleşmiş atık ve kanalizasyon sorununu çözmektir.
Marmara Denizi genelinde gözlemlenen müsilaj agregat ve etkileri MAREM Projesi kapsamında izlenmeye devam edilmektedir.
SEVİNÇ VE ERDAL İNÖNÜ VAKFI MAREM PROJE EKİBİ