Ana SayfaSelçuk KavakdereBir Göç Hikâyesi

Bir Göç Hikâyesi

Turgutlu’lu Niyazi Çavuş çok heyecanlıydı acaba bu sefer olacak mıydı? Ablası Saliha’nın sözleri aklındaydı

-Abimi ve ablamı bulmadan askerden dönme

Turgutlu’lu Niyazi mübadele ile İzmir’e oradan da Turgutlu’ya geldiklerinde 5 6 yaşlarındaydı. Abisi ile tek hatırladığı onu Çutilin sokaklarında sırtında gezdirdiği zamanlardı. Ablası o doğmadan Vurungişta köyüne evlenmiş kasabaya pazara geldiğinde evlerine uğradığını hatırlıyordu. Ablası Lütfiye annesinin ilk evliliğinden olan kızıydı. Lütfiye’nin babası Lütfiye henüz 9-10 yaşındayken vefat etmişti. Abisi Hayrettin de annesi Melike’yi de aynı yaşlarda kaybetmişti.  Zamanın büyükleri araya girmiş Hayrettin’in Babası Mustafa ile Nesibe’nin annesi Havva’yı evlendirmişlerdi. Ancak Lütfiye ve Hayrettin yaşlarının yakın olması ve aynı evde büyümeleri uygun olmadığı düşünüldüğünden evin oğlu Hayrettin çocukları olmayan dayısı Sadık’ın yanına evlatlık verilmişti. Mahalle baskısı ile alınmış bu karar Allah var aile için çok zor alınmış bir karardı. Ne Mustafa üvey kızı Lütfiye’yi oğlundan ayırmış ne de Havva Hanım Hayrettin’i üvey oğlu olarak görmüştü. Bu kararın tek sevineni dayısı Sadık ve yengesi Servet’ti onlarda Hayrettin’e çok sahip çıkmışlar hiç üzmemişlerdi. Anavatana beraber gelmişler Çanta Köyünde ölümlerine dek beraber yaşamışlardı. Hayrettin onları her zaman minnet ve şükranla anardı. Hayrettin, sonradan doğan kardeşleri Fatma, Saliha ve Niyazi’yi sık sık ziyaret gider onları çok severdi. Mübadele gerçekleşmiş Lütfiye eşi Mustafa ile birlikte Çatalca’nın Çakıl köyüne, Hayrettin Silivri’nin Çanta Köyüne Fatma, Saliha Niyazi Manisa’nın Turgutlu ilçesine iskân edilmişlerdi. Fatma İzmir’e, Saliha Turgutlu’ya evlenmişlerdi. Saliha Niyazi’ye sahip çıkmış onu yanından ayırmamıştı. Kardeşler mübadele sonrasında kendi hayatlarını kurar kurmaz, ilk işleri birbirlerini bulmaya çalışmışlar ancak başarılı olamamışlardı bildikleri tek şey Hayrettin ve Lütfiye’nin İstanbul’a, Fatma, Saliha ve Niyazi’nin İzmir’e çıktıklarıydı.

İşte Niyazi’nin askerliğini yapmak üzere İstanbul’a doğru yola çıktığında Saliha’nın umutları yeniden yeşermişti. Niyazi acemi asker olarak geldiği İstanbul da süvari bölüğüne seçilmişti. Niyazi bölükte kendini sevdirmiş herkes tarafından bilinen bir askerdi. Tanınma sebebi hızlı konuşması heyecanlandığında Türkçe ile beraber Rumca cümleler kurmasıydı. Başlangıçta komutanlar tarafından epeyce ceza almış sonrasında bölük içinde sempati kazanmıştı. Askerlik o yıllarda 30 ay erlerin ve komutanların birbirlerini tanıması hikayelerini bilmesi için yeterli bir zaman dilimiydi. Niyazi’nin hikayesini de alaydaki er den komuta kademesindeki subaylara kadar herkes biliyordu. Niyazi her çarşı iznine çıktığında kalabalıklar arasına karışır Rum şivesi veya kendisi gibi konuşmaların arasına Rumca kelimeler kullanan var mı diye kulak kabartarak dolaşır ola ki öyle bir konuşma duyarsa kişiye doğru yanaşır onunla muhabbet eder abisi ve ablasına dair izler bulmaya çalışırdı. Ablası Saliha oğlu Mümin’e mektup yazdırır her mektubun sonunda abisi ile ablasını sorardı. Niyazi asker olalı 20 ay olmuş abisi ile ablasına dair bir arpa boyu dahi yol alamamıştı. Ta ki komutanların onu yanlarını çağırıp hadi bakalım Niyazi bu sefer Çatalca da tatbikata gidiyoruz oralar mübadil bölgeleri ablanı ve abini belki oralarda bulabilirsin dediklerinde Niyazi’yi bu sefer olacak hissi kaplamıştı. Ertesi gün süvari alayı Çatalca’ya doğru intikale çıkmıştı. Niyazi’nin içi içine sığmıyor bu sefer olacak diye kendine moral veriyordu. Alay akşam saatlerinde Çakıl köyü ile Ovayenice köyü arasında durdular. Alay düzen almış geceyi burada geçireceklerdi. Çakıl Köyün muhtarı askerleri karşılamış onları köye davet etmişti. Komuta kademesi köye doğru hareket etmişken Ahmet Albay gür bir sesle

-Niyazi Çavuşu bulun hemen dedi

Niyazi çavuşun hikayesini bilmeyen yoktu Ahmet Albayın aklına gelmiş bölük komutanları hemen harekete geçmiş Niyazi bulmuşlardı. Önde rütbeli komutanlar, arkada Niyazi; Çakıl köy meydanındaki kahveye gelmişlerdi. Köylü askeri heyeti sevinçle karşılamış kahvehanede çaylar içilirken muhtar azaları ile birlikte seferber olmuş heyet için köylüye ikramlar hazırlanıyordu. Niyazi ise bu koşuşturmayı gülümseyerek izliyordu. Niyazi’nin gülümsemesi albayın dikkatini çekmişti bir hareketle yanına çağırdı

-ne oldu çocuk niye gülümsüyorsun diye sordu.

– komutanım bunlar bizimkiler sanki Selanik’te köyümde gibiyim köylülerin kendi aralarındaki konuşmalar bizim Rumca, hazırlık yapıyorlar birazdan burada göreceksiniz tepsi tepsi tatlılarla böreklerle dolacak

Çok geçmeden her köşe başından tepsiler testiler gelmeye başlamıştı bile. Niyazi köylülerin kendi aralarındaki konuşmaları dinliyordu.

-ne için gelmiş bunlar

-ne kadar kalacaklar

-ne yapacaklarmış

-kaç gün buradalarmış

-Omurtak Paşa da gelecek miymiş

Konuşmalar uzayıp gidiyordu

Bu arada albay muhtara dönerek

– erat çadırları kurmuştur atlarımız için kalacak büyük bir ahır var mıdır?

Muhtar kısa bir süre düşündü

-var kumandan bizim Mustafa Ağa’nın ahırı büyüktür orayı ayarlayalım

-tamam muhtar biz şimdi gidelim atları buraya gönderirim

-Kumandan sizin için misafirhanemizi hazırlattım

-Zahmet etmişsin komutan dediğin askerin yanında olur

Albay Niyazi’ye dönerek

-Çavuş sen gelecek erleri burada bekle gece onların başında olacaksın

-Emredersiniz komutanım

Albay köylülerle sohbet ederken bir yandan da Niyazi takip ediyor onun sevincini gözlemliyordu. Onun için burada kalmasını istemiş kim bilir aradığı abi ve ablası için bir iz bulabilir diye düşünmüştü. Zaman onu haklı çıkaracaktı. Niyazi komutanların gitmesinden hemen sonra kahveye dönmüş kahvedekilere hayat hikayesini anlatmıştı. Hikâyeyi dinleyen yaşlılardan birisi bilse bilse Bayramina bilir dedi. Bayramına köyün yaşlılarından biriydi. Kocası Bayram, mübadele sırasında kaybetmiş buraya yalnız gelmişti. Asıl ismi Meryem’di ancak patriyotlar da hanımlara kocasının ismi ile seslenildiği için onu herkes Bayramina olarak bilirdi. Bayramina, Vurungişta köyünden gelmişti. Niyazi’yi hemen Bayramina’nın evine götürdüler. İçi içine sığmıyordu ilk defa bu kadar amacına yaklaşmıştı. Sabırsızdı bir an önce hikayesini anlatmak istiyordu ancak birazdan duyacağı söz onu şok edecekti. Yaşlı kadın evinin bahçesinde sedirde oturmuş yaşlılığın verdiği yorgunlukla uyukluyordu. Bahçe kapısının gıcırtısıyla irkildi. Yaşlı yorgundu ama gözleri hala iyi görüyordu

Muhtar

-Bayramina nasılsın iyi misin bu asker sana bir şeyler sormak ister

Bayramina,

-Sorsun bakalım kızanım.

Derken, Niyazi’nin yüzüne baktı bir an durdu

-yaklaş bakalım

Şaşırmıştı Bayramina!  Onun şaşkınlığını gören Niyazi ve muhtar duraksadı

Bayramina,

-Yoksa sen, Giritli Mustafa’nın oğlu musun? dedi

Niyazi hemen yaşlı kadınların eline sarıldı ağlamaya başladı. Ağlayan sadece Niyazi değil orada bulunan herkesti zaman durmuş sesler susmuştu. Duyulan tek şey hıçkırıklardı. Göz yaşları sel olmuştu. Niyazi karşılaşmadan önce kafasında yüzlerce soru geçiyordu ama hiçbirisine gerek kalmamıştı. Hüseyinina soru sormasına fırsat vermeden

– Ablan Lütfiye burada dedi

İlk şoku atlatan Niyazi ve beraberindekiler hep bir ağızdan nerede diye sordu

-Tafina dedi yaşlı kadın

Muhtar gülmeye başladı

-Tabi ya bu Patriyotlarda Mustafaların takma ismi Tafas’tır. Eşlerine Tafina denir. Lütfiye’nin ismini kimse bilmez ki onlar için o Tafina’dır. Kahvede onun için kimse yardımcı olamamıştı.

Niyazi kendine gelmiş

-Muhtar ne olur hemen gidelim ablamı görmek istiyorum dedi

Muhtarın gülüşü kahkahalara dönmüş bir yandan da

-Bak, şu Allah’ın işine… Diye söyleniyordu.

Toparlandı

-Çavuş, atların konulacağı ahır eniştene ait kimse seni oraya götürmese bile kader seni oraya götürecekmiş hadi gidelim dedi

Niyazi, Çakıl’ın sokaklarında yürümüyor adeta uçuyordu. Bayramina, Niyazi’nin arkasından bakakalmış;

-Dur be kızanım, Gagus’uda (büyük abi) söyleyecektim sana diye mırıldandı

Muhtar İlerideki sokağın sonundaki evi gösterdiğinde Niyazi koşmaya başlamıştı bile adeta uçarak geldiği kapıdan çıkıp gitti…

-Abla ben geldim, abla ben geldim diyerek, bahçeye daldı. Sesleri duyan ablası kapıya çıkmış kendisine koşarak gelen adama bakıyordu. “Ne bağırıyor bu adam” diyerek, içinden geçiriyordu.

-abla ben geldim ben

-kimsin sen

Sözünü tamamlayamadı Tafina!

Niyazi;

-Ablam

Diyerek, sarıldı öptü, sarıldı öptü bir daha öptü daha sıkı sarıldı Niyazi ise ablasının elini bırakmıyor, sarılıyor, kokluyor gözyaşları sel olmuştu.

Bayramina’nın evinde yaşananlara şahit olanlar burada yaşananları tarif edemiyorlardı. Orhan Velinin dediği gibi kelimeler kifayetsiz kalmıştı. Sonunda olmuş Niyazi ablasına kavuşmuştu Yaşananları önce köy sonra bütün alay duymuştu. Bir kişi hariç Gambros Tafas (Mustafa enişte)

Mustafa sabah erkenden atları arabaya koşmuş Çatalca’ya pazara gitmişti. Akşam olmuş yorgun argın evine dönüyordu evinin önünde kalabalığa doğru yaklaşırken muhtar seslendi

-Mustafa Ağa senin ahırı askerler kullanacak içeride bir asker var oda seni bekliyor dedi

Mustafa ters bir adamdı

Bre muhtar bula bula beni ahırımı buldunuz başkasının yeri yok muydu diye muhtarı tersledi

Muhtar

-Geç bakalım içerdeki askere anlatırsın derdini

-Geçeriz ne olacak söylenerek bahçe kapısından içeri girdi

İçerideki asker

-Gambros hoş geldin diyerek elini öpmeye yeltendi

-Hadi orda bre ben nerden enişten oluyormuşum diye bu seferde askeri tersledi

İçeriden ses duyuldu

-Mustafa ver elini çocuğa üzme andradirfusu (kayınbiraderini)

-nasıl yani

Yaşananlardan haberi olmayan Mustafa’nın şaşırma sırası gelmişti. Elini öptüren Mustafa

-otur bakalım şuraya anlat dedi Niyazi’ye

Niyazi başladı anavatana nasıl geldiklerini ablası Fatma’yı, Saliha’yı anlatmaya arada bir Lütfiye arada bir enişte söze giriyor, sorularla ayrı geçen yılları doldurmaya çalışıyorlardı. Niyazi anlatıyor, etrafındakiler nefes almadan dinliyorlardı. Anın heyecanından mı şaşkınlığından olsa gerek kimsenin aklına gelmeyen soruyu enişte sordu.

-Hayri’ye haber verdiniz mi

Bir anda sessizlik çöktü odaya ardından Niyazi’nin kahkahası sessizliği bozdu

Az önce yaşadıklarını yaşananları anlatırken aklına gelen soruyu bir türlü soramamıştı. Ablasına kavuşmanın verdiği mutluluğu soracağı soruyla hüzne boğabilirdi ama eniştesinin sorusu Niyazi’nin endişesinin yersiz olduğunu abisinin de hayatta olduğunu öğrenmişti. Bu arada Ahmet Albay yanında komutanlar ile beraber Niyazi’nin bulunduğu eve gelmişler sevdikleri Niyazi Çavuşun mutluluğuna ortak olmak istemişlerdi. O karmaşanın içinde Lütfiye’nin cevabı duyuldu

-Nerden haber vereceğim be Mustafa biz bile yeni kavuştuk Hayri nerede biz neredeyiz anca yarın sen gidersin

Ahmet albay araya girdi

-Niyazi’nin abisi nerede

Mustafa;

-Silivri Çanta Köyünde ama köyde yaşamaz kurtulmuşta çiftlik var oradadır

Komutan şoförüne seslendi

-Vehbi oğlum, Niyazi Onbaşıyı ve eniştesini al bu akşam abisine kavuşturalım yeterince bekledi zaten

Mustafa;

-Kumandanım devletin arabası başımıza bir iş gelmesin

Komutan;

-Mustafa Bey, devlet milleti için vardır. Hem sen rahatına bak, bizde senin ahırı kullanacağız bu akşam ödeşmiş oluruz

Mustafa;

-O ne demek kumandan devletimize canımızda malımız da feda olsun

Karşılıklı konuşmalardan sonra alacakaranlıkta yola çıkılmış şose yollardan geçerek Çanta-Çerkezköy arasında kurtulmuş mevkiinde bulunan Çiftliğe varmışlardı.

Çiftlikte günlük işler bitmiş gaz lambasının altında sofraya oturulmuş Hayrettin çocukları Mustafa, Meleke, Bahriye, Mahmure, Sadık, Gündoğan, dayısı Sadık ve yengesi Hanife ile yemeklerini yiyorlardı.  Hayrettin eşi Servet’i kaybedeli bir buçuk yıl kadar olmuştu. Servet’ini kaybettiği günden sonra sofraların pek neşesi kalmamıştı. Öksüz çocukları ile zor bir yaşam mücadelesi veriyordu. Ağaçların arasında bir çift ışık çiftliğe yaklaşmaktaydı. Ne bilsin yaklaşan aracın hüzünlü sofralarına neşe katacağını

Hayrettin

-Hayırdır inşallah bu vakitte mırıldandı

Büyük oğlu Mustafa’ya

-Mustafa git oğlum içerden tek kırmayı getir bakalım ne olur ne olmaz yanımızda bulunsun

Bu arada askeri cip bulundukları yere yanaştı farlarını söndürünce içerideki Mustafa’yı tanıdı

Mustafa, cipten inerek Hayrettin’le sarıldılar

Hayrettin

-Abi hayır olsun bu vakitte kötü bir şey mi oldu askeri ciple geldin

Mustafa

-Hayır hayır bak bakalım tanıyabilecek misin?

Cipin içinden arka taraftan birisi çıkmaya çalışıyordu

Hayrettin

-Kimsin

Niyazi;

-Geliyorum abi

“Geliyorum abi” sözleri öyle tanıdık öylesine içten gelmişti ki Hayrettin gelenin hayır olduğunu anlamıştı. Cipten inen asker abisinin karşısında durdu yaşlı gözlerle

-abim canım abim

-Niyazi sen misin kardeşim benim

-Benim abi, çok şükür bugünü gördüm. Kavuştuk birbirimize…

Çakılda ki kavuşmada orada bulunamayan Mustafa için sanki tekrar sahneleniyordu.

-Çocuklar, gelin bakalım öpün amcanızın elini

Çocuklar sırayla amcalarının elini öptüler. Biraz önce sessiz bir şekilde oturulan gaz lambası altında şimdi kahkaha sesleri yükseliyordu. Niyazi abisine de ablasına olduğu gibi yaşadıklarını özet geçti yarın Çakılda buluşmak üzere sarılarak ayrıldılar. Niyazi ve eniştesi geldikleri yoldan geri dönmüşler sağ salim evlerine varmışlardı. Geceyi farklı yerlerde geçirseler de gözlerini kırpmamışlardı. Hayrettin sabah olmadan atları kuşanmış yola çıkmıştı bile. Köyde ise askerler erken gelmiş ahırdaki atları almışlar komutanın Niyazi’ye 1 hafta izin verdiğini tebliğ etmişlerdi. Evdeki herkes Hayrettin’in yolunu gözlüyordu. Öğle saatinde beklenen kişi gelmiş Aile bireyleri masada toplanmışlar Ege’de kalan kardeşlerine mektup yazıyorlardı. Mektup Saliha’ya yazıldı.

Ablam Saliha

Evvela selam eder ellerinizden öperim. Sen, eniştem ve yeğenlerim iyilerdir inşallah beni soracak olursanız çok iyiyim. Ablam, beni askere gönderirken söylediğin abim ile ablamı bulmadan dönme demiştin. Çok şükür ikisini de buldum, sağlıklı ve afiyettedirler. Abim, Silivri’nin çanta köyünde Ablam, Çatalca’nın Çakıl köyünde yaşıyorlar sizlere onların adreslerini fotoğraflarını gönderiyorum en kısa sürede cevap ve buluşmak ümidiyle Kardeşin

Niyazi;

Bundan sonra mektubun cevabını beklemekten başka çareleri yoktu. Bir hafta çabuk geçmiş, komutanların verdiği izin bitmişti. Niyazi’nin kışlaya dönmesi gerekiyordu. Kafasında sorularla ablasının yanından ayrıldı acaba mektup yerine ulaşmış mıydı? Cevap ne zaman gelecekti? Kime mektup göndereceklerdi?

Niyazi’nin kafasındaki soruların cevabı bir ay sonra Çantaköy’e gelen mektupla cevap bulacaktı.

Abim

Evvela selam eder ellerinizden öperim. İnşallah afiyettesinizdir. Niyazi’nin yazdığı mektup elimize ulaştığında sevincimiz kelimelerle tarif edemem. Hemen mektupla beraber İzmir’e ablama gittim. Mektubu beraber yazıyoruz. Biz ablamla beraber sana gelmek istiyoruz nereye ve nasıl geleceğiz. Bize mektupla nasıl gelebileceğimizi yazarsanız biz gelecek ayın 25inde otobüs biletimizi alıp geleceğiz.

Kardeşim Saliha

Mektubunuz alınca nasıl mutlu oldum nasıl sevimdim anlatamam. Sizi bu ayın yirmi beşinde Sirkeci’de bekliyor olacağım. Siz otobüsle ilk önce Hareme geleceksiniz oradan vapurla Sirkeci’ye geçeceksiniz. Ben sizi vapurun yaya çıkışında üzerimde Kahverengi palto ve siyah şapka olacak yanımda oğlum Mustafa’yla bekliyor olacağım. Mustafa’nın üzerinde yeşil bir palto yeşil şapka ve elinde kasımpatı çiçekleri olacak. Hasretle sizi bekliyor olacağım.

Günler geçmiş, beklenen zaman gelmişti. Hayrettin, oğlu Mustafa ile beraber harem vapurunun yaya çıkışında yerini almıştı. Şehrin karşı yakasında başka bir heyecan vardı. Saliha, ablası Fatma, oğlu Mümin ve yeğeni Şevket ile beraber vapura binme telaşındaydı. Mübadeleden sonra ilk defa deniz aracına biniyorlardı. Vapur iskeleden demir alınca Saliha başladı Mümin ile Şevket direktifler vermeye

-Gözünüzü dört açın dayınız kahverengi palto siyah şapka Mustafa’da yeşil palto yeşil şapka elinde bir buket kasımpatı

Bunları durmadan tekrar ederken, gemi iskeleye yanaşmış, yolcularını indirmeye başlamıştı. İki kardeş, çocukların elinden tutup besmele çekip çıkışa yöneldiler. Acaba abisi orda mıydı? Birbirlerini tanıyabilecekler miydi? Hayrettin ise daha endişeliydi acaba mektup ulaşmış mıydı? Gelecekler miydi? Nasıl tanıyacaktı sorular soruları kovalıyordu. Yolcular birer birer çıkıyor ama kardeşleri neredeydi? bu arada iki çocuk “Dayı dayı” nidalarıyla üstlerine doğru koşuyorlardı tam da Hayrettin’in önünde durdular.

Biz geldik dayı!

Hayrettin, şaşırmış “Kim bu çocuklar”? Diye düşünürken iki kadının ona doğru ağlayarak geldiğini gördü evet Saliha ve Fatma’ydı onlar. Sirkeci, zamanın buluşma noktasıydı çok mutlu buluşmalara çok acı vedalara tanıklık etmiş çok insan geçmişti bu limandan. Bu kardeşlerin kavuşma hikâyesiydi… Yıllar süren ayrılık bitmiş, hayatlarındaki büyük boşluk dolmuştu. Selanik’te başlayan hikâye şimdi, İstanbul’da, İzmir’de, Aydın’da ve Manisa’da devam ediyor.

Mübadele, ne bir zaferdir ne de bir yenilgi; bir yaradır” Anonim

İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar