İlkokul bitmiş, ortaokula başladığım seneydi. Silivri Stadı’nın tek tribün olduğu zamanlar… Soyunma odaları kapalı spor salonunun içerisinde. Silivrispor altyapısında ilk antrenmanının başlamasını bekliyoruz. Herkeste ayrı bir heyecan; o yaşımıza kadar futbolu okulda ve sokak aralarında oynamış çocuklarız. İlk defa bir antrenör eşliğinde antrenmana çıkacağız.
Aynı mahallede yaşadığımız arkadaşlarımız var, okuldan arkadaşlarımız var. Onların yanında farklı mahalle ve köylerden gelen arkadaşlarımız da var. Herkes göz ucuyla birbirini kesiyor; kimisi ürkek, kimisi fazla özgüvenli… Farklı heyecanlar…
Aramızda konuşurken sesimizi bastıran bir traktör sesi, stada çıkan rampanın oradan bize doğru yaklaşıyor. İçimizden onu tanıyan birisinin “Hoca geliyor!” sesiyle bakışlar traktörün geldiği yöne dönüyor. Traktör rampayı çıkarken çıkardığı gürültünün şiddeti azalmış, motor sesi rahatlamış, hız kesilmiş… Yavaş yavaş gelerek yanımızda durdu.
Direksiyonundan güneşten kavrulmuş, esmer, dev gibi bir adam dikkatli bir şekilde aşağıya indi. Hâlâ gözümün önünde: Başında kırmızı kep şapka, numaralı gözlükleri; üstünde yeşil bir tişört, altında gri bir eşofman; ayağında beyaz bir spor ayakkabı…
“Çocuklar, geçin bakalım karşıma şöyle yarım ay şeklinde!”
Komutuyla ufak bir koşuşturma, itiş kakış ile hocanın karşısındayız.
“Ben antrenörünüz Necati ÖNEY!”
Evet, ilk orada karşılaşmıştım çok değerli, rahmetli hocam Necati ÖNEY ile.
Esmer, koca yürekli adam; bizden önceki nesillere öğrettiği gibi bize de önce iyi bir sporcu, sonra iyi bir futbolcu olmayı öğretmeye çalıştı. Hoca, takım oyununa inanan sistem adamıydı. Bireysel yetenekleri bulur, onları takım oyuncusuna dönüştürürdü. Onun takımında oynuyorsanız taktik disiplinden kopmayacaksınız, şımarmayacaksınız; rakibe ve hakeme saygılı olacaksınız. Başka seçeneğiniz yoktur. Spor kulüplerinin geleceğinin altyapılar olduğunu, kendi oyuncularını yetiştirmeyen kulüplerin ilerlemeyeceğini söylerdi.
Hocam ile futbol sahalarının dışında ikinci karşılaşmam ortaokul sıralarındaydı. Matematik öğretmenimdi. Derste tahtaya kaldırır, sorular sorar; “Matematik bilmeyen adam futbolcu olamaz!” der, bize aba altından sopayı gösterirdi. Futbolcusu olduğunuz için matematik dersinden geçemezdiniz ama matematikte iyiyseniz futbolcusu olabilirdiniz.
O zamanın Silivri Lisesi’nin futbol sahasını bilenler bilir; sahaya çıkan iki ayrı merdiven vardır. Sahada futbol varsa o merdivenlerin birinin başında mutlaka siyah pardösüsü ile onları izleyen, arada “Pas ver!” komutları veren hocam mutlaka vardı.
Gelelim yazımızın başlığına… Silivri Stadı’nda amatör bir maç öncesinde şahit olmuştum. Tribünden iki üç genç tezahürat yapıyor:
“Arçil – Şota ele ele, hep beraber tribüne!”
Yandaki yaşlı adam:
“Gençler, yanlış maça geldiniz galiba. Burası Silivri Stadı, Avni Aker değil.”
Gençlerden biri:
“Yok amca, biz saha kenarında bekleyen hocalarımıza yapıyoruz tezahüratı.”
Saha kenarındakiler, ikiz olmasalar da, rahmetli Necati ÖNEY ve abisi, Silivri amatör kulüplerinde çok emeği olan —Allah uzun ömür versin— Recai ÖNEY…
Ailecek sporu severlerdi. Kendisi ve abisi Recai antrenör, küçük kardeşi rahmetli İbrahim ise futbol hakemiydi. Hocamız, Silivri’de birçok gencin hayatına dokunmuş, onlara sahip çıkmış, birbirinden değerli sporcular yetiştirmiştir. Fırıncı Sezai’nin oğlu Necati ÖNEY; birbirinden değerli Funda, Ertunga ve arkadaşım Alper’e her evlada nasip olmayan, gurur duyulacak bir miras bıraktı.
Sevgili Ufuk BEK ağabeyim yıllar önce “Silivrispor’un Alex Ferguson’u olabilirdi ve kesinlikle buna layık, doğru insandı.” diye yazmıştı. Çok doğru ve hakkını teslim eden bir tespitti. Çiftçi–öğretmen–antrenör… Yaptığı işin hakkını her zaman veren, dürüst ve örnek insana; rahmetli hocamıza hakkını teslim etme zamanıdır diye düşünüyorum. Silivri Belediyesinin ve Spor Bakanlığımızın iş birliği ile inşa edilen spor adasına Necati ÖNEY isminin çok yakışacağını düşünüyorum.
Ne dersiniz?
