Eskici Mehmet’le esas tanışıklığımız ilkokul yıllarımızdı! Eski Halk Eğitim merkezimizi anımsayanlarımız vardır elbet. Her türlü Kültür ve sanat etkinliği orada yapılırdı. Tiyatro, sinema, müzik çalışmalarına orada hazırlanır, orkestra ve müzik gruplarını orada kurmuşlardı. Belki de ülkemizde “Halkevi” işlevini yitirmeden devam ettiren tek eğitim ve kültür derneği idi!
Eskici Mehmet’in adını, çok sonradan öğrenecektik. İlkokul talebelerine Karagöz’le Hacivat’ı sevdiren adam sıfatıyla tanımıştık kendisini. Bütün okullar sırayla gider, öğrencilerden 25 kuruş toplanır, girişinde Halk Eğitim ve Kültür Merkezi yazan binada yerimizi alırdık. Gölge oyunlarının yanı sıra Sihirbazlık hokkabazlık numaraları yapar, mandolin çalar marşlar söyletirdi. Kısacası bizleri eğlendir hoşça vakit geçirtirdi!..
Sonra gün geldi ergen olduk. Bir gün, çarşı meyhanesinde karşılaştık! (Rahmetli Zahit Kaynar ve Rahmetli Davut’un meyhanesi) Önünde iki fıstık ve bir kadeh rakı duruyordu! Hızla kaldırdı kadehi, bir nefeste çekti ve aynı hızla ayağa kalkarak bir “hobbaa!” çekip, parmaklarına taktığı zillerle oynamaya başlamıştı! Yani köçeklik ediyordu! Masaların arasında dolaşıyor, “Hadi efem, Memed kulunuza bir kadeh içki ısmarlamayacak mısınız” diyerek, sokuluyor, omuz vurup, gerdan kırıyordu! Onun bu hali benim çocuklukta yaşadığım günleri altüst etmeye yetmişti…
Öğretmenlerimi sorguluyor, böyle biriyle öğrencileri niye temas ettirirler diye kızıyordum! Acıyor muydum kendisine, kızıyor muydum bilemiyorum! Kilitlenmiş kalmıştım!
Biz de pek yeniydik, pek bilmezdik meyhane âdetlerini. Meyhanede tanıyanlardan birkaçı rakı söylemişti. Masasına konan rakıları içiyor, dinleniyor, sonra oynamaya devam ediyordu! Hiç gözümü kırpmadan, saatlerce ona bakmıştım!
Gölge oyunundaki kuklalar gibiydi! Adeta gizli bir güç yönetiyordu onu! Orada durmak bana çok anlamsız gelmiş ve acı vermişti. Dışarı çıkarken, yavaşça kolumu tuttu. Önce, rakı isteyecek sandım! O, biraz eğilmemi isteyerek kulağıma fısıldadı…
“Biliyorum, içinden bir şey yıkıldı gitti! Öyle hissettim ama babana sor beni! Baban anlatır beni… Söktüğün, attığın o yere, tekrar koyacaktır beni” diyerek uğurlamıştı.”
Dediği gibi yapmıştım. Babamın bir eşref saatini yakalayıp, meyhanede yaşadığımız durumu anlattım! Çıkarken, bana dediklerini aktardığım da babamın üzgün hali beni şaşırtmıştı! Babamın anlattığı hayat karşısında ben de sarsılmıştım ve daha fazla yıkılmış durumdaydım.
“Babamın, “Mehmet Abimiz” diyerek, saygın bir şekilde başlaması şaşkınlığımı bir kat daha arttırmıştı!..
“Mehmet Abimiz, istiklal madalyalı bir gazimizdir. Zamanında Ata’mızın da yaverliğini yapmıştır, sen onu böyle bil yeter!” demişti.
İnanın, ağlayarak ayrılmıştım babamın karşısından.
Bir gün karşısına geçtim: “Ben seni söküp atmadım dediğin yerden, merak etmeyin! Babam, sizi liyakatinizle pek de güzel anlattı. Sizi, bütün kalbimle selamlıyorum” … diyerek, ayrıldım, yanından!
Bir kış günü kimsesizler mezarlığında gömdüler Mehmet Abimizi! İşte böyle, çınarımızın altından ne çınarlar gelip geçmişti!