Varlıklı değillerdi. Bağ, bahçe, çubuk hak getire. Türkçede, Irgat’ın kelime anlamı olarak tam karşılığı İsmail idi. Ne iş olsa yapar cinsinden olduğu için, elinden her iş gelirdi. Köyün ortak malı gibiydi. Sabah, kim erken yakalarsa kapar, götürürdü işe… Ses etmez, yemek istemez, para istemez ne verirlerse geçinir gider.
İnce, uzun sırım gibi bir delikanlıydı.
Köyün erkekleri, çaktırmazlar ama kıskanırlardı kendisini. Allah’tan karı kız ayakları yoktu. Yine de kıskanırlardı. Her biri ayrı, ayrı göz hapsinde tutarlardı İsmail’i. Kahveci Salim’in “boş bırakmayın, alın her gün işe götürün, işiniz yoksa bile yanınızda götürün” diye dertlendiği insan. İsmail… Keçicilerin İsmail, Otomatik İsmail, Joker İsmail, Çulsuzun İsmail, her işe İsmail diye çağırdıkları İsmail. Kahveci Salimin üç kızının da içini hoplatan İsmail…
Bu yüzdendir ki; Fakirin Osman’ın ortanca kızı zahide ile bir gecede baş göz ediverdiler İsmail’i.
İsmail evlenince iyiden iyiye içine kapandı. İşinden gücünden kalmıyordu ama insanlarla da konuşmayı kesmişti. Zahide Halinden pek memnun görünüyordu. Maltız keçisi gibi her sene yavruluyordu. Peş peşe dört çocuk yapıverdiler.
Köyün erkekleri, İsmail’in çocuklara baktıkça ne kadar doğru bir iş yaptıklarınla kendilerini haklı görüyorlardı.
Çok geçmeden, köyün kuzey tarafında bir harekettir başladı. 2 yıla yakın bir süre sonra rengârenk evler ortaya çıkmaya başladı. Yüksek duvarlarla da çevirdiler evlerin etrafını, dışarıdan görünmüyordu içerisi. Kapısına da bir bekçi diktiler. Güvenlik dediler…
İsmail, hayatında İlk defa bir işi bu kadar canı gönülden istemişti. Muhtara açtı derdini. Muhtar inanamadı kendisine. “Ülen İsmail, köyün bütün işi bitti, oraya da mı gözü diktin?” diyerek hokkalı bir kahkaha attı. “ Verdik orayı İsmail, verdik tosunum. Korucu Recep’in oğluna verdik”
Korucu Recep’in oğlu Sıtkı, yeni askerden gelmişti.
İsmail’in gözleri karardı. Sarsıldı, düşecek gibi oldu. Güneş mi tutuldu ne oldu? Bir anda karardı ortalık İsmail’e. İçinde denizler kabardı. Seller iniyordu sanki tepelerden! İsmail bir şarladı ki ne şarlama?
Bu güne kadar, sesini az insan duymuştur denilen İsmail’in sesi çağıldadı köyün meydanında!
“Bu ne üleeennn böyle! Koruculuk babadan oğula mı geçiyor? Mıhtaaarr bu senin işin “ diyerek fırladı. Evine doğru seğirten İsmail, yolda; “ bıraktım artık. Kimseye işe gitmiyorum. Kime yaptıracaklar bakalım” diye mızırdanıyordu.
Hüsnü Dayısının selam verdiğini bile görmedi. Az ilerde durdu ve dönerek; “Hüsnü Dayı, Yarın sabah bana bir güğüm süt hazırla ben sütünü satacağım senin.”
Hüsnü Dayı bir anlam veremedi ama İsmail bu! “Canı sütçülük çekti herhalde” diye, gülerek yürüdü gitti.
Sabah erkenden bir güğüm sütü sırtına vuran İsmail, yeni yapılan villaların önündeydi.
“Sıtkı kapıyı aç”
“İsmail ne var o güğümde kime getirdin? Seni içeri alamam, bana ver, veririm ben”
“Ülen şabalak Sıtkı, süt getirdim, satacağım. İnsanlara, yeni ekmek kapımız olsun burası da”
“Yok, İsmail buralar benden sorulur, alamam seni içeri. Git başka yerde sat sütünü”
“Aç bak fena yaparım seni, zaten öfkemden kuduruyorum, aç bak kapıyı! Bu güğümü geçirmeyeyim şimdi kafana”
Sıtkı boylu boyunca yerde yatıyordu. Etraftan yetişenler İsmail’i sakinleştirmeye çalışıyor. Bir yandan da Sıtkı’nın yarılan kafasını sarmaya çalışıyorlardı.
İsmail hala söyleniyordu; “ Bir de Anamgil tarafından hısım olur. Ettiğine bakın, beni içeri almayacakmış!”
Kısacık sarı saçları, gözünde güneş gözlükleri ile olanı biteni uzaktan izleyen bayan söze karıştı!
“ sanırım adınız İsmail, öyle duydum ve sizi izliyordum. Sıtkı buranın güvenlik görevlisidir. Sizi içeri almamakta da haklı sayılır. Kendisine bu talimatı biz verdik. Sen adamın kafasına süt dolu güğümü vurdun. Sıtkı ölebilirdi. “
“ bu mu sizi koruyacak alın bakın yerle bir oldu” dediğinde sarışın bayan; “yeter” diye bağırarak gözlüklerinin altından İsmail’e bir bakış fırlatmak istedi. Aklınca İsmail’e gözdağı verecek durumu kontrol altına alacaktı.
Olmadı, olamadı…
İsmail’in iki ateş parçasına dönmüş gözleriyle buluştu gözleri. Kapkara gözler ateş saçıyordu.
Bir daha da bir şey diyemedi sarışın bayan sustu kaldı. Çok geçmeden toparladı kendini. “Şey, affedersin beni adım Süheyla” diyebildi. İsmail gaz kesmeden devam etti. “Benim adımı duymuşsunuz işte. Bu işe ben talip oldum ama bu soysuza verdiler, bu da kalkmış bana çalım yapıyor” derken, bir anda İsmail gülümsedi. Kara teninde bembeyaz dişleri ile ne de güzel gülümsemişti. Süheyla, bu gülüşleri karşılıksız bırakmadı. “ Ee, sütün de döküldü gördün mü bak?”
İsmail; “Deme, hüsnü dayının 20 litre sütünü mahvettik”
İsmail, köye dönerken elindeki 20 TL terden sırılsıklam olmuştu. “Borcun olsun” demişti. Süheyla… Olsun ama nasıl ödeyecekti? Bir an akınla geldi! “Olsun, olsun Sıtkı yolunu kesemeyecekti artık. Orada her gün 20 litre satardı.
Süheyla’nın bir sözüyle 20 villa her sabah bir litre süt alıyordu güğümde taşımıyordu artık pet şişelerle kapının önüne bırakıp gidiyordu. Ay sonu hesap kesiliyordu. Sütün yanı sıra sebze, meyve salatalık cinsi bahçe ürünlerini de satıyordu.
Günler çabuk geçmiş, İsmail villalardan çıkmaz olmuş, arada bir eve geliyor bol para bırakıp yine villalara dönüyordu.
Süheyla’nın balkonunda kahvesini yudumlayıp sigarasını üfürürken, yan gözle Sıtkı’yı süzüyordu. “Ulan iyi ki vurmuşum o güğümü kafana” diye iç geçirdi.
Süheyla’nın sesi duyuldu içeriden; “ İsmail yanıma gelsene hayatım, yine muhtarlık hayallerine mi daldın?”
Gülümsedi! Yıllarca ben onlara çalıştım. Eh, bundan sonra onlar da bana çalışsınlar sırayla bu işler diyerek gözden kayboldu…