Ana SayfaLütfü ErtürkTahir Adlı Ağustos Böceği

Tahir Adlı Ağustos Böceği

Yıllaar yıllar önceydi… Devrim aşkıyla yüreklerimizin yandığı günlerdeydik. Yıllar, 1970’lerin sonlarıydı?Onu bir parti çalışmasında görmüştüm. Daha doğrusu önce adını duymuştum ve de az sonra kendisini görecektim.

Parti içerisinde adı söyleniyor, kızıyorlar ona veryansın ediyorlar ama bir yandan da kendisinden korkuyorlardı. Dinlediklerimden çıkardığım sonuç şuydu. “Birilerinin menfaatlerini ortadan kaldırmış, canlarını yakmış” diye düşünüyordum.

“geliyor” dediklerinde herkes toparlandı. Birden kapı açıldı hışımla içeri girdi ve “Kimin aklı yine olmayacak işlere çalışıyor?” diyerek sorduğunda; bir yandan da göz taraması yaparak, suçluyu tespit etmeye çalışıyordu.

“Sen, ne geveliyorsun? Yüzüme söyle” emir kipi ile karşısındaki çoktan yeminlere başlamış, “yok abla, yok bir şey” diyerek yatıştırmaya çalışıyordu. Gözlerini bana dikerek, “sen de kimsin?” Sorusunu gözleri ile sormuştu.

Ben, can havli ile ayağa fırlayarak kısa künyemi okumuş, heyecanımı bastıramamış ve de kendime gülmeye başlamıştım. Göz göze geldiğimizde onunda gülümsediğini gördüm.

“Ne o askeri okuldan mı geldin?” deyince de herkes makaraları koy vermişti. Biraz bozulmuştum ama onun, o hali çok hoşuma gitmişti.

Partiye daha sık gider olmuş, onu görmeye hatta karşılaşmayı; iki kelime de olsa konuşmayı kafama koymuştum. Yüreğini sevmiştim, yürekliliğini sevmiştim.

Devrimci gençlik, memleket meselesini halletmeden sevemez ve de âşık olmazdı. Hele ki kendi grubundakilerle asla böyle bir ilişkiye girmemeliydi. Bu gibi şeyler, partizan baskılardı üzerimizde. Üstlerimiz tarafından şiddetle yasaklanır ve kontrol edilirdik. Tek tesellim onun, partinin üst kademelerinde yer almasıydı. Yine de susmayı tercih etmiştim.

Ve bir gün beklediğim an geldi. Partinin koridorunda burun buruna gelmiş fakat soğuk bir tebessüm ederek yanımdan geçip gitmişti. “Canı sıkkın” diye söylendim. Kendimi teselli ediyordum ki arkamdan seslendiğini duydum.

Yüzü gergin bir şekilde yanıma geldi. “Benim gruptan üç elemanım gelememiş, çalışma bölgesine eksik gitmek istemiyorum. Bana katılır mısın?” dediğinde ben havalara uçmuştum.

Çoktan yola çıkmıştık!

Çalışma bölgesi dediğimiz yere vardığımızda; afiş, broşür ve boyama diye ikişerli gruplara ayrıldık. Kendisi de daha önceden tespit edilmiş gecekondulara ilaç, giyecek, yiyecek yardımlarını dağıtacak ve gecekondu sahiplerine irtibat bürolarını tanıtacaktı.

Tam dağılacaktık ki bana seslendiğini duydum. Yanına çağırıyordu! “Beraber çalışalım” dediğinde mutluluktan ölecektim.

Gece boyu, birçok gecekonduyu gezmiş yardımları dağıtmış onların dertlerini dinlemiştik!

Son gecekonduya vardığımızda burada çay içeceğiz dedi. Bizi çok güzel karşıladılar. Çaylar çoktan demlenmiş, ev halkıyla sohbet koyulaşmıştı. Birden parmağını “dikkat!” çekercesine havaya kaldırdığında, hepimiz susmuştuk. Gecenin içinde sadece bir Ağustos böceğinin sesi duyulur olmuştu.

Elindeki el feneri ile verandanın direkleri arasında ağustos böceğini arıyor, evin önündeki asmanın yapraklarına tek tek bakıyordu. Bir böcek, onun dikkatini neden bu kadar çekmişti. Ben dâhil, tüm ev halkı merak içindeydi.

“Buldum!” dedi. Eliyle yüzüme bakmadan yanına çağırıyordu. Gittiğimde, küçük bir Ağustos Böceğini dalların arasında bana gösteriyordu. Gözlerinin içi gülüyordu. Yerimize oturduğumuzda konumuz tamamen Ağustos Böceğinin hikâyesine dönmüştü.

Gözlerimin içine bakarak, “ Bu Ağustos Böceği bize hep yanlış tanıtıldı, hep tembelliğin hikâyesinde başrol verildi. Oysa durum böyle miydi? Dediğinde; soruyu, bana sorduğunu düşünerek irkildim.

“Başka bir hikâyesi mi var?” sorusuyla döndüm kendisine…

“Evet, var” dedi. Hayat Hikâyesi…

Bir böceğin hayat hikâyesi ne ola ki? Diye düşünürken, anlatmaya başlamıştı. Ağustos Böceği ömrünün 12 yılını larva olarak toprağında geçirir dediğinde şaşırmıştım. O güne kadar hiç duymamıştım. Yüzümdeki şaşkınlığı görmüş olacak ki gülümseyerek, “aynı senin gibi” demişti. Biraz mahcup, biraz şaşkın ama biraz da bozulmuş olarak yüzüne bakıyordum. “12 yıldan sonra toprağın üzerine çıkma vakti gelir ve böcek olarak hayatının geri kalan ömrünü tamamlar!” “Geri kalan ömrü ne kadar bilir misin?” Diye, yine bana sorduğunda, dudak büküp, omuzlarımı silkeleyerek cevaplamayı seçmiştim.

Güldü ve sadece 20 gün dedi. Hepimiz şaşırmıştık!

“İşte, bu yirmi gün içinde yiyecek, içecek, öterek kendisine bir eş arayacak ve üreyecek. Ağustos Böceklerinin sadece erkekleri öter ve sesiyle kendini beğendirmeye çalışır. Ya hiçbir dişiye beğendiremezse? Toprağın altında geçen 12 yıla yazık değil mi?” Diyerek, hikâyeyi sonlandırdığında, yine bana takılmaktan geri kalmadı. “Şuncacık böcek bile ötüyor, mötüyor bir şeyler yapıyor ya sen! Sen de tık yok! Yoksa sen hala larva mısın? Dediğinde, ev halkı gülmeye çalıştı ama yaptığı esprinin ağır olduğunu herkes gibi o da anlamış, pişman olmuştu.

Yanıma oturduğunda, konuyu tekrar Ağustos Böceğine getirerek, ona bir ad takalım deyip, arkasından adı “Tahir” olsun dedi. Bizler, yine soran gözerimizle “niçin Tahir?” Demiştik. Kulağıma eğilerek, Nazım Hikmet’in Tahir ile Zühre şiirini duymadın mı hiç? Diye sormuştu. Duymamıştım! Yavaşça kafamı iki yana sallayarak “hayır demiştim. Ağustos Böceğinin Tahir’le ne alakası var diyecektim ki şiiri ezbere okumaya başladı.

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

Bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte

Yani yürekte.

“Yürekte” dediğinde yüreğimin ipliği oynamıştı yerinden. Acaba yüreğine vurulduğumu anlamış mıydı? Bu şiiri bilerek mi seçmişti? Ben bunları düşünürken şiire devam ediyordu.

meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

Ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

“Ben, o an şiiri ağustos Böceğinden çok, kendime yorumluyordum.”

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin

Ama o bunun farkında değildir

Ayrılmak istemezsin Dünyadan

Ama o senden ayrılacak

“İşte, burası içime bir kor alev salmıştı. Evet, ayrılacaktı gözlerimi kapatıp burasını çabuk geçmesini istedim. Ayrılmayı düşünmek bile istemiyordum.”

Yani sen elmayı seviyorsun diye

Elmanın da seni sevmesi şart mı?

“Tam bu bölümü öyle yüksek sesle, öyle basa basa söyledi ki “ hiç farkında olmadan bağırmıştım “şart” diye!

Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık

Yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

“Döndü ve eğer çiftleşecek bir dişi bulamazsa Ağustos Böceği, ne kaybedecekti böcekliğinden…”

Derin bir sessizlik sonrası ayrılmıştık gecekondudan.

Dikmen’in sırtlarından aşağıya inerken hiç konuşmamıştık. Kuğulu parkın önünde ayrılacaktık. Öyle de oldu! Konuşmadan geldiğimiz parkın önünde dudağımın kenarına bir öpücük kondurmuş ve “ Git birine âşık ol, yani biraz da Tahir ol.” Demişti.

Ya âşık olacağım birini bulamazsam? Diye, sorduğum da!

“Korkma Tahirliğinden bir şey kaybetmezsin diyerek, gülerek uzaklaşmıştı.

Ankara da Meclisin arkasında Be-Gül çay bahçesi vardı. Arif Sağ konser verecekti. Öncesinde bomba patlatılmıştı o da oradaymış ve ağır bir şekilde yaralanmıştı.

Yıllaaar, yıllar sonra karşılaşmıştık!

Gülümsüyordu, gözleriyle gülümsüyordu, boynuma sarıldı ve öptü. Olayın izlerini hala taşıyordu. Evlenmiş ve iki çocuğu olmuştu. Hala yürekli bakıyordu. Yüreğinle bakıyordu hayata…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar