Ana SayfaLütfü ErtürkHERKESE EŞİT DAVRANMAK:

HERKESE EŞİT DAVRANMAK:

Adaletin Gözleri Kapalı mı, Yoksa Kör mü?

Toplum mühendisliği heveslisi değilim.

Ama hayatın orta yerinde karşımıza dikilen meseleler var ki, suya sabuna dokunmadan yazmak mümkün olmuyor.

Bir laf duymuştum zamanında, hâlâ aklımda yankılanır:

“Dünyada en büyük adaletsizlik, herkese eşit ve adaletli davranmaktır.”

İlk duyduğumda, bir filozofun ağzından çıkmış gibi geldi. Aristoteles’in, Rousseau’nun kitaplarının arasında dolaşan bir cümle sanki.

Sonra düşündüm.

Belki de bu sözü, taşranın birinde, çay bardağını tabağına vurup dertlenen bir adam söylemiştir. Belki ağzı yanmış, belki gönlü kırılmış…

Ama doğruluk payı yüksek.

Hem de öyle basit değil, içi acıtan cinsten.

Eşitlik ile adalet kardeştir denir.

Ama bu kardeşler zamanla birbirini unutur, farklı evlerde büyür.

Eşitliği alıp adaletin yerine koyduğumuzda, adalet bir tabeladan ibaret kalır.

Rahmetli bir Teyzemiz vardı, bizim Kale Mahallesi’nde, ahşap pencereli bir evde otururdu.

Bir gün elektrik faturası yüzünden epey sinirlenmişti.

“Devlet herkese aynı cezayı yolluyor,” dedi. “Benim evde dört ampul var, karşı yokuştaki villada 40. İkimize de aynı ceza, olur mu bu iş?”

Bir gün sordum: “Teyze, bu eşitlik mevzusu niye bu kadar kafanı kurcalıyor?”

— “Evladım,” dedi, “senin gözün var, bakarsın da görürsün. Adalet dediğin şey herkesin tenceresine aynı kaşığı daldırmak değil. Kiminin tenceresi bakır, kimininki delik…”

Pencereden dışarı baktı sonra, perdeyi eliyle araladı.

Hiç unutmam:

“Adalet evladım,” dedi, “bazen sadece bir ampulün ışığında aranır.”

Yine de biz, hâlâ herkese eşit davranınca mesele çözüldü sanıyoruz.

Ama toplum dediğin şey, konfeksiyon değil.

Herkes aynı kumaştan dikilmemiş.

Kimi paçası sökük doğar bu hayata, kimi düğmeleri parlak.

Gökçeada’da askerlik yaptım.

Birlikte nöbet tuttuğum çocuklardan biri vardı: Dursun.

Sessizdi. Kürtçesi Türkçesinden iyiydi.

İlkokulu bitirmemişti, ama yüreği vardı.

Komutan bir gün sıraya dizdi bizi.

“Türkiye’nin en büyük üç nehri nedir?” diye sordu.

Herkes ezberinden söyledi.

Sıra Dursun’a geldi.

Başını öne eğdi. “Ben bilmem komutanım,” dedi.

Komutan sinirlendi.

“Eşitsiniz! Aynı sorulara aynı cevapları vereceksiniz!”

Gece nöbette yan yana geldik.

Elinde karavana bıçağıyla taşlara şekil veriyordu.

Birden durdu.

“Ağam,” dedi, “ben çocukken bir dere geçerken anam elimden tuttu. Suya düşmeyeyim diye. O gün suyun adını değil, soğukluğunu öğrendim.”

Ben sustum.

Çünkü bazen bir insanın neyi bilmediği değil, neyi yaşadığı daha anlamlı olur.

Eşitlik mi?

O cetvelle ölçülen bir şey.

Ama hayat dediğin şeyin cetveli yamuk.

Biri düzlükte doğar, biri yokuşta.

Kimi ayağında ayakkabıyla koşar, kimi yalın ayak toprağa basar.

Devletin işi herkese aynı soruyu sormak değil; herkesin farklı yerden başladığını görüp ona göre yol tarif etmek.

Eflatun’dan bahsederler ya hani…

Altın, gümüş, tunç insanlar diye ayırmıştı zamanında.

Bugün kulağa antidemokratik gelir ama, hayatın bazı yerlerinde hâlâ geçerli.

Kimi çocuk yoksullukta doğar, kimi bollukta.

Ve biz hâlâ ikisine aynı sınavı yapınca adil olduğumuzu zannediyoruz.

Toplum bilimciyim diyemem, ama görmüş geçirmiş biriyim.

Adalet dediğin şey, terazinin kefesi kadar altındaki zemini de hesaba katmalı.

Birinin altı taş, öbürününki çukur…

Oraya kum dökmeden denge kurulmaz.

Son söz mü?

Herkese eşit davranmak kulağa hoş gelir.

Ama eşit davranmak bazen, göz ardı etmek demektir.

Bazılarının sessiz çığlığını, yutkunarak sustuğu geçmişini duymamaktır.

Ve evet…

Dünyadaki en büyük adaletsizlik, herkese eşit davranmaktır.

Ama belki bir gün…

Adaletin gözleri bağlı değil, açık olur.

Ve biz o zaman neyi görmemiz gerektiğini nihayet anlarız…

Önceki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar