Vediaya sahip çıkmadır, Emanettir!..
Türkçesi, “koruyan” demektir. Türk siyaset hayatı belki de %70’i bu sözcüğün yarattığı vahametin altında geçmiştir. Başına ne getirirseniz getirin, Türk siyasetinin bir vesayet altında olduğunu ve vesayetin yarattığı bir gücün baskısı altında olduğunu, mevcudiyetinin yasalarla sınırlı sorumlu tutulduğunu yüzyıllık parlamenter sistemimizde gördük.
Bakmayın arada bir askeri vesayet altına girdiğimize! Liberallerin gönüllü çağrısıydı o!
Bugün, ülkemizin gelmiş geçmiş 100 yıllık siyasi hayatına baktığımızda; “en kötü şöhretli kavram hangisidir?” diye sorulsa, sanıyoruz ki “vesayet” kavramı açık ara birinci gelir.
Her zaman iddia ediyorum ki bu ülkede liberallerin muazzam katkılarıyla birlikte, “vesayet” iktidardakilerin sloganı haline gelmiş ve “şeytani” bir çağrışıma sahip olmuştur. Peki, bu kavram neyi anlatır, “vesayet” ne demektir, izini sürmeye çalışalım.
Sizleri Cumhuriyetin ilk günlerine götüreyim!
Mustafa Kemal ve arkadaşları Cumhuriyet’i kurduktan sonra, tek partili bir iktidardan yana değillerdi. Ancak, toplumun henüz çok partili bir demokrasiyi içselleştirebilecek kadar olgunlaşmadığını da düşünüyorlardı. Zayıf bir ülkede çok partili hayata geçiş, demokratik gelişmenin sonu anlamına gelebilirdi.
Mustafa Kemal’den sonra da bu durum CHP’nin işine geldi ve demokrasi adına vesayeti sürdürdüler(!)
Evet, kabul edilebilir bir durumdu ama ilk meclisin açılışından 23.Nisan.1920’den- 1946 seçimlerine kadar 26 yıl boyunca demokrasiyi koruma adına vesayet altına alınmış bir demokrasi ile idare ettik. (Cumhuriyet’te çok partili hayat bundan önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF; 1924-25) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF; 1930) ile başlamış lakin bu partilerin ömürleri çok kısa olmuş ve hiç seçim görmemişlerdir)
Bir de ülkemizde ikinci bir vesayetçimiz vardır ki bunlar kendilerini 100 yıldır ideolojisi Kemalizm olan, on yılda bir darbe yapıp, kendi içlerindeki yaramaz çocuklarını (solcuları) hizaya getiren bir baba gibi görürler ki, siyaseti bu şekilde okuma şekli açıkça yanlıştır ve toplumu kandırmaktan öte geçememiştir. Çünkü Türkiye sınıflı bir toplumdur, devlet sınıf devletidir, siyasetin asıl belirleyicisi sermayedir ve darbeler sermaye düzeninin krizlerini çözmek için yapılır, yaramaz çocukları hizaya getirmek için değil.
“Demokrasiyi kurtaracağım” diyerek vasiliğine soyunan CHP, Türk siyasetinin son 27 yılında kendisi vesayet altına alınmıştır.
CHP’nin aday gösterdiği bütün adayları ve cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturttukları askeri vesayetin temsilcileri idiler.
Bugün, İstanbul Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu CHP’nin içindeki solcularla ilgili sıkıntılarını açıkça dile getirmekten geri kalmıyor.
Oysa, CHP’nin içindeki vesayet karmaşasını göremiyor mu?
Bugün ilçe teşkilatları bile bu vesayetler altındalar üçe dörde ayrılmış durumda!
İl kongresinde de açıkça görüldü ki CHP’nin içselleşmiş bir politikası kalmadığını, ideolojik kavramının olmadığını hatta örgütleşme gücünü bile yitirdiklerini söyleyebiliriz…
Devam edeceğiz…