Dünyanın, en güzel kulisini kimler yapar derseniz, size “koyunlar” diye cevaplayabilirim!
Kulis, aslında tiyatro kökenlidir. “Oyuncuların hazırlık yaptıkları yerdir” diyor sözlük. Kuliste yapılan konuşmalar, neredeyse sessiz denecek kadar yavaş bir sesle olmaktadır. Daha ziyade ezber yapılır, rollerin üzerinden geçilir. Herkes birbirine sokularak hatta dudak okuma mesafesinde konuşarak ezber yapılır…
Koyunlarla ne alaka demeyin! Gidin koyun sürüsünün yürüyüşünü izleyin! Koyunlar adeta birbirlerine sürtünerek başları önde ve kulak, dudak mesafesinde yürürler. Ne çoban umurlarındadır nede çomar!.. Başlar önde, hafif telaşlı bir şekilde her biri yanındakinin duyacağı bir sesle meleyerek ilerler.
Ya sonra?..
Aralarında yürüyüş mesafesi bırakmadıklarından hep beraber uçurumdan düşerler. Okumuşunuzdur. “50 koyun uçurumdan aşağıya uçtu diye!”
“Çoban olayı fark edene kadar gitti 50 Koyun!”
Oysa, aralarındaki yürüyüş mesafesini ayarlasalar, her biri altlarındaki toprağı, araziyi, yolu görerek duracak ve hayatı kurtulacak! Tek başına kalmanın bir başına yol almanın faydasını da görecek!
Yani kardeşim, koyun koyunu manipüle edemeyecek, algıya kurban gitmeyecek! Sürü dağılınca da iyot gibi ortada kalmamış olacak evin yolunu bilecek, Eve dönmeyi bilecek, güneşi görecek kendisine güvenecek…
E şimdi, ben durup dururken niçin yazdım bu koyunları?..
Valla Nazım Hikmetimizin bir şiirinde dediği gibi “Demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu da senin, canım kardeşim koyun gibisin”
Bu şiir başlarken akreple başlar, “Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi” biterken koyunla biter, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılı verirsin hemen…
Fikrini söylemekten çok dinlemeyi seviyorsun! Fıtratında var çünkü…
Esnaf dükkanlarının arka odalarında kurt masalı dinlemeyi seviyorsun…