Başlık için Erhan Çipa’ya teşekkür ediyorum!..
Bugün bir fotoğraf yorumlayalım istedim. Sanırım, fotoğrafla aynı yaşlardayız. Adliye Binası göründüğüne göre arka planda, 1952’de yapılmış, 1957’de ben doğmuşum… Başka bir Şahit daha var! Atatürk büstümüz 1962’de kaide üstüne oturtuluyor. Mozaiklerini Seyfettin Memiş abimiz yapıştırıyor. Kapı komşumuz o zamanlar.
Arkadaki Kahvehane; babama “Kahveci Salih” adını veren kahvehane! Turgut’un Kahvehane ya da Naci’nin Kahvehane olarak bilinirdi. Oysa babam çok iyi at koşar, attan iyi anlardı!..
Turgut Bingöl’de memleketin ağır abisi.
O yıllarda, Trakya’ya, Çanakkale’ye ve İzmir’e gidecek arabalar çarşının içinden geçerlerdi…
Silivri’de hangi mazlumun işi ters gitse, Turgut Bingöl’e koşar yardım isterlerdi. Halk adamıdır. Halkçıdır!.. Gelin görün ki iktidarda Demokrat Parti vardır ve yolun darlığını bahane ederek kahvehanesinin yıkılması için az mı dilekçeler verilmişti. Kimseler yanaşmamıştı, yanaşamamıştı yıkma planlarını gerçekleştirmeye.
Nasıl olduysa bir gün, şehrin içinden geçen yoldan Cemse (GMC) tabir edilen iki askeri araç Silivri çarşısında beliriverir. Biri hiç hız kesmeksizin kahvehaneden içeri dalar. Diğeri de tam karşısındaki taksi durağına girmiştir.
Kahvenin içinde oturmakta olan roman vatandaşlardan birinin bacağı kopar bu kazada. Cemse’nin içinden Bir yüzbaşı iner ve başlar bağırmaya “Ulan yolun ortasında kahvehane mi olur” diye! Sonra iner bakar kahvehaneye, “burası yıkılır artık,” diyerek, çeker gider.
-Ağalar, beyler karşı kahvehaneden izlemektedirler olanı biteni. Keyifleri yerine gelmiştir. Geç de olsa bir ceza kesilmiştir Halkın sevgilisi Turgut Bingöl’e…
Ne oldu biliyor musunuz?
Kahvehanede kaç kişi varsa kaçmazlar oradan! Tam aksine, çarşının ortasında toplanmaya başlarlar! Onların ileri gelenleri var ise, bizim de ilerici gelenlerimiz var diyerek, iki ünlü isme haber salınır. O gece elbirliği ile kahvehanenin inşaatına başlarlar.
Duvarları kim örüyordu dersiniz? Süleyman Özer! (Tenekeci Süleyman)
Çatıya Saltanatlı Ahmet Usta ve Dondurmacı Ramazan usta çıkmış, “sabaha örteriz Evvel Allah” diye rapor veriyorlar.
Hasan Özvarnalı, gece yarısı yemekler yaptırmış, kahvehanenin önünde masalar kurdurmuştu. Ya, Bulcan Bircan Ağabeyimizin babası Ahmet Bircan’a ne demeli; dükkânın kapılarını ardına kadar açmış, çarşıya da haber salmış, canı çeken, karnı acıkan, herkes yesin içsin! “Rahmetlinin Mezar taşında altı ok vardır! Dikkatinize!..”
Çarşı meydanında beyaz atının üzerinde elinde tüfeği ile dört dönüyor Turgut Bingöl! Yollar tutulmuş, çarşıya, ağalar beyler giremez olmuş.
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte çatı duvar örülmüş, çay kazanı ateşlenmiş, herkes kahvehanenin içine girmiş, çaylarını yudumlar olmuşlardı. Sabah çarşıya inen ağalar, beyler kahvehaneyi yerli yerinde görünce kafalarını kaldırıp ta ikinciye bakamazlar!…
İçinde, bitmez tükenmez bir acısı vardır Turgut Ağabeyimizin. Kardeş acısı düşmüştü yüreğine! Sevdiği kız uğruna askerde canına kıyan kardeşi Lütfü’nün acısıdır bu! Yıllarca sürer içindeki acı! Hastalanır, Yıl 1957, aylardan Kasım 25 ve o gün ben doğuyorum. Ölen kardeşinin adını bana veriyor, bu korkusuz adam.
İki yıl sonra yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak vefat edecektir. İşte, o mahşeri kalabalık; o cenaze konvoyu, bu güzel insan için toplanmıştı.
Lider olmak, ağabey olmak, asi ve asil olmak böyle bir şey olsa gerek. Turgut Bingöl’ün hikâyesindeki direniş ruhunu hissetiniz mi? Şimdi hayatta olmayan bu güzel insanlar için Allah’tan rahmet diliyorum. O kahvehanenin duvarına konulan her taş, ağaların, kafalarının içine dizilmiştir.
Bakın, bir de Çınarın hemen önünde dört ayak üstüne, dört kapaklı bir dolap vardır. İlâm dolabıdır, adliyenin. Nikâh kağıtları, mahkeme ilâmları, bir de Silivri postası diye bir tek sayfalık gazetesi vardı şehrimizin, Müşfik Ziya adlı bir adliye kâtibi çıkarmaktadır. O gazete de oraya asılırdı. En son, sinema afişlerini asmaya başlamışlardı son zamanlarda. 1966’da kaldırıldı gitti… Çınarın dibinde bir kuyu vardır. Soğuk buz gibi bir kuyu; gazozlar, limonata şişeleri mutlaka oraya sarkıtılır.
Tam karşıda kahvehanenin hemen sağında “Mavi Köşe” Münir Zeki Bircan’ın dükkânı vardı.1970 yılında kahvehane ile birlikte o da yıkıldı. Hep beraber Bircan Pasajına taşındık…Sağ tarafta gördüğünüz ilk dükkân sonradan Bulcan Ağabeyimizin dükkânı olacak ama bu tarihte banka orası Anadolu Bankası! Hemen yanındaki kapıdan girerseniz arkaya doğru bir koridordan geçip Davut Ağabeyin meyhanesine giderdiniz. Yanındaki dükkân, Berber Mehmet Ural’ın berber dükkânıdır. Ekrem Amca ile birlikte yıllarca ve beraberce çalıştılar!..
Solda bir otobüs göreceksiniz, “Radyolu Bizim Arabalar” hemen yan tarafta yazıhaneleri vardı. Radyo ne nimetmiş bir zamanlar!.. Otobüsün Ya Önder Arslanoğlu’nun Reo’su Ya da Çayırdereli Hüseyin’in Mercedes’ine benziyor…
Kasaba değil köy meydanı gibi her yer! Nüfus 3502 kişidir…