Ana SayfaLütfü ErtürkDeğişen Bir Şey Yok

Değişen Bir Şey Yok

Dokuz yıl önce kaleme almıştım. Şu son günlerde sendikalar ile ilgili haberler artınca aklıma geldi bir kez daha anımsayalım istedim…Değişen Bir Şey YokBen bu okuyacağınız yazıyı 24.11.2008 tarihinde yazmışım. 14.12.2008 tarihinde “izlediniz mi?” Başlığı ile yayımlamışım.

Tam 14 ay önce Tekel işçilerinin direnişini izliyoruz. 60 gündür direniyorlar.

2002 yılında Bankacıları ve Telekom çalışanlarını özelleştirme adı altında çalıştığı işlerinden alınıp başka işlere, başka kentlere sürmüşlerdi. Ne direnebildik ne de bir destek görmüştük. Boynumuzu büküp, gösterilen yerlere gitmiştik.

AKP genel Başkanı idi ve seçimlere hazırlanıyordu; Sayın Recep Tayip ERDOĞAN diyordu ki: “İktidara geldiğimizde ilk işimiz bu insanlarımızın mağduriyetlerini gidereceğiz. Çalıştıkları yerlere iadesini sağlayacağız.”

Bakın ben ne demişim 14 ay önce? Noktasını virgülünü değiştirmeden bir kez daha yayımlıyorum.

 

İzlediniz mi?

Televizyonda Sunucu, haberleri veriyor:

Diyarbakır ve Manisa’da petrol bulundu!

Ekranda ne petrol kuyusu var ne Diyarbakır ne de Manisa…

Ya ne?

El ele, kol kola girmiş adamlar halay çekiyorlar.

Niçin halay çekiyorlar? Petrol çıktı ya!

Kim haber verdi, kim buldu onları hemencecik? Böyle anlar için Nöbetçi Halay takımı mı var? Orası neresi? Diyarbakır mı? Manisa mı?

Aşk olsun, bak oynadıkları oyuna; bul yöresini…

Yer Ankara, Kızılay. Tarih: 24 Kasım 2008 Yoksulluğa Hayır ve Sendikal hareketlerin kısıtlanmaması mitingi.

Ekrandaki Görüntü: Onlarca insan halay çekiyor. Dört Davul, Dört Zurna! Nağme; Âşık Mahsuni’den “Deha Memed emmi” “Çoluk çocuk uyumaz aha Memed emmi”

32 yıl önce:

Tarih: 24 Kasım 1976

Yer: İstanbul, Saraçhane; katılanlar 29 ilden gelen 200 bin işçi Yoksulluğa Hayır ve Sendikalara Özgürlük mitingi.

Ekrandaki görüntü: yüzlerce insan gruplar halinde Halay çekiyor. Davullar, zurnalar yine dörder, dörder vuruyorlar. Nağme: Çoluk çocuk uyumaz aha Memed emmi. Âşık Mahsuni

Çok folklorik bir milletizdir. 32 yılda ne değişti? Hiiç! Söylenen nağme bile aynı kardeşim.

Ve bir anı…

Yer İstanbul, Sefaköy Hisar çatal kaşık fabrikası önündeki grev gösterileri Tarih 1977 ülke çapında greve gidildiği günler

Fabrikanın önü işçi kaynıyor. Pankartlar, Afişler ve Davul zurna ekibi de orada yine.

“Bu İşyerinde Grev Var.” İşçi, Fabrikaya Ortak olacak. Hakkımızı alacağız. Hak verilmez alınır. Bunlar gibi yazılı çeşitli pankartlar.

Bir işçinin üzerinde “Grev Gözcüsü” yazılı beyaz bir gömlek, fabrikanın kapısının önünde heykel gibi duruyor.

Bu arada halaylar çekiliyor. Biri müziğin havasına kaptırmış, halaydan kopmuş gidiyor, ayakkabılar bir yanda. Dönüp bir yazıları okuyorum, bir de yapılanları izliyordum, anlam veremiyordum. Ne yaparsın, çocukluk aklı işte.

O grev gözcüsü, o gün benim kahramanım oldu. Taviz vermeyen duruşu ile kararlı bakışları ile işte, benim işçim bu demiştim.

Herkes gitmişti; fabrikanın kapısında o kararlı duruşu ile günlerce bekledi Grev gözcüsü işçim. Geleni, gideni de azalmıştı son zamanlarda. Derken, kış şartları geldi çattı. O hiç çıkarmadığı beyaz gömleğindeki yazı da solmuştu. Bir sabah fabrikanın önündeki otobüs durağının önünde bekleyenlere çay dağıtırken görmüştüm. Çok geçmeden küçük bir camekân peydahladı kendine; sıcak poğaça ve çay satıyordu artık. Çadırda kalmıyor, orada malzemelerini saklıyordu. Yakın bir yerlerde bir ev kiralamıştı. Zaten çoğa varmadan büyük bir araba yaptırmış sabahları kahvaltı, öğlenleri ise; arabanın camına yazdığı gibi meşhur köftelerini satıyordu. İlgimi çeken bir şey daha olmuştu. Kendine, çalıştığı fabrikanın adını almıştı. Meşhur Hisar Köftecisi, fabrika hala kapalıydı ama o işini yoluna koymuştu. Vefalıydı demek bizim gözcü. Bir gün, köfte yemek bahanesi ile yaklaştım yanına ve “işte hayatınız” edası ile anlattım izlenimlerimi. Beklediğimin tam aksi bir cevap almıştım.

Gülerek; “Yaşasın Hür Teşebbüs” demişti. Kısa bir süre sonra kayboldu ortalıktan. Köfte arabasını da başkasına devretmiş. Aylar sonra, bir gün gazete manşetlerinde adına rastladım Hisar Pavyonun sahibi öldürüldü yazıyordu. 10 yaşında bir çocuğa vurdurmuşlardı. Yerde yatarken üstünü gazetelerle örtmüşlerdi. Gazetelerin manşetleri dikkatimi çekti. Büyük grev sona erdi yazıyordu. Benim dağ gibi gözcüm yerde yatıyordu. Üstü başı gazete idi ve Haziranda Ölmek zordu.

Yazarın notu: Türkiye’de sendikalar kan kaybediyor. Sendikalar siyasetle içli dışlı oluyor ve toplumsal desteğini kaybetmektedir. 12 Mart 1971 tarihinde yasadan çıkarılan memurlara grev hakkı, 37 yıldır geri alınamadı. 12 Eylül 1980 tarihinde kaldırılan ücret düzenleme hakları 28 yıldır ortada yok. 1967 tarihinden bu yana ufak tefek değişikliklerin dışında çalışanın sağlık sorunları ile kanun değişikliği yapılmamıştır. Peki, bütün bunları kim geri alacaktı? Tabii ki sendikalar. Pekâlâ, bütün bunları 40 yıla yakındır meydanları dolduran çalışanlara anlatan var mı? Yok, Olamaz tabii ki; sendika başkanı işçiler ile halay çekerken şöyle seslenir, “Hakkımızı Alacağız”… İki gün sonra; “10 liradan başlayan saat ücreti pazarlıkları 2 liraya bağlanmıştır”. Vur davulcu davula halaylar çekilsin, isteyen uçurtma uçursun. Tam kırk yıldır, çoluk çocuk uyumaz deha memed emmi. Hiç merak ettiniz mi? Bir sendika başkanı neden ve nasıl oturur otuz yıl o koltukta…

Medya toplumu kandırır, petrol çıktı deyip halay çekenlerin görüntüsünü verir. Sendikalar işçiyi kandırır; bizzat başkanları halay çekerek. Milletçe halaya durmuşuz, biri çıkıp halayı durdursun ya da durdurun dünyayı inecek var.

Tarih 14.02.2010 gazetelerde başbakanın demeci: 4/ C’ NİN çıkarılmasını sendikalar istedi biz uyguladık diyor.

İşçi ne diyor: “4/C yi istemiyoruz!” Diyor.

Ben ne diyorum:

40 yıldır aynı hikâye. Bu tarla, susuz tarla deha memed emmi! Boşver, artık zorlama ha; ne dersin emmi?

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
- Advertisment -

Son Yazılar

İlgili Yazılar