Çok seslilik, kelime olarak bile kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Farklı tonda sesleri, kulağın hoş duyacağı şekilde bir araya dizme sanatının, günümüz yönetim sistemine bile ilham kaynağı olduğu yadsınılamaz.
Lakin, geçmişte “yani orkestrada enstrüman çaldığı dönemde” çok sesli yönetimden dem vuranlar, her nedense iktidarı eline aldığında, “yani orkestrayı yönetmeye başladığında” çok sesli tek başlı yönetimin ağa babası olurlar da çıkarlar karşımıza.
Çok sesli yönetim aslında çok da kolay bir iş değildir kuşkusuz. Aynı orkestralar gibi. Şefin becerisi burada mutlak önemlidir. Bir orkestrada çoğu zaman 12 ye yakın enstrüman aynı anda farklı notalar çalarlar. Bu yüzden, yönetimin bir an bile yitirilmemesi gerekir. Bir orkestra şefi aynı anda farklı 28 enstrümanın seslerini ayırt edebilmelidir. İstediği enstrümana yoğunlaşarak onun hatasını görüp, orkestrayı idare etmeyi becerebilmeli, farklı notalarla aynı anda güzel bir ses uyumu yani armoni oluşturabilmelidir.
Günümüz bir kısım yöneticileri; Bırakın farklı sesleri yönetmeyi, aynı enstrümandan oluşan bir toplulukta dahi birlikte ki senkronu tutturamıyorlar. Yani ha varlar! Ha yoklar! Aynı oda orkestrası gibi. Neden oda orkestrası?
Çünkü oda orkestrası, orkestra müziğinden farklı olarak, az sayıda müzikçiden oluşan küçük topluluklarca, konser salonundan daha küçük bir salonda çalınır. Oda müziği topluluklarında bu arada orkestra şefi yoktur. Toplulukta uyum sağlama ve yönetme işini genellikle enstrümanlardan biri yürütür. Örneğin, bir yaylı çalgılar dörtlüsünde bu işi birinci keman üstlenir.
Orkestra üyelerinden birinci kemanın kim olduğunu kime sorsanız bilir. Yurdum insanını yönetmeye talip seçilmişlerin kadroları öyle mi? Kime sorsanız birinci keman. Yerel basınımıza bile ayar vermeye çalışan keman virtüözlerimiz mevcut. Aslında bu durum birazda yönetimsel boşluğu ayna gibi ortaya koymuyor mu?
Yönetmeye talipseniz ve iddianız şayet buysa, iki önemli enstrümanınızı çok iyi kullanmalısınız. Kullanmalısınız ki oda orkestrası olmaktan kurtulasınız. Burada ki mahareti, orkestra şeflerine bakarak daha da netleştirebiliriz.
İki enstrümandan bahsettim, orkestra şefinin iki önemli enstrümanı vardır. Birincisi sağ elinde tutuğu bageti, diğeri de boşta kalan sol elidir. Şefin baget tutan sağ eli müziği bölümleyip ölçüleri belirtir, esleri verir, hızlandırır, yavaşlatır, yani gerçek anlamda müziği yönetir. Sol el ise duygu elidir. Bence en önemlisi bu, bu el tansiyonu alır. Şef sol elin işaret parmağını dudaklarına götürdüğünde sesin hafiflemesi gerektiğini belirtmiş olur. Şef parçaya girişi ve ayrıntıları göstermek için de sol elini kullanır. Kısacası orkestra şefi bir esere ruh, kişilik ve kimlik kazandırır. Bu kadar meşakkatli bir işi başardıkları için de alkışın çoğunu orkestra şefi toplar.
İşte bunu maalesef beceremiyoruz. Sıra alkış toplamaya gelince, önümüzdekileri, yanımızdakileri dahi ezerek halka kucaklaşmaya giderken, eskiden “çok sesli yönetim” dediğimiz günleri unutarak, o alkışı aldırtan en ufak zili, davulu ihmal ediyoruz, hatta görmezden geliyoruz. Bir zil, ya da minicik bir davulu ihmal ederseniz istediğiniz performansı yakalayamazsınız. Bunu biliyor muyuz? Yok!
Süreci yönetemeyen yöneticilerimiz olduğu gibi, her türlü sesi ben çıkartırım diyenlerimizde mevcut. Bence en kötüsü de bu. Siz hiç “bütün enstrümanları ben çalacağım” diyen bir orkestra şefi gördünüz mü? Şef bütün enstrümanları kullanma yetkisini dağıtmak zorundadır. Şef bunu yapabilmek için; önceden bu enstrümanları iyi kullananları seçmeli, onları devamlı eğitmeli, aralarındaki bağlantıyı çok iyi sağlayarak onları senkronize etmeli güzel bir armoni yakalamalıdır. Orkestralarda ki bu tarz, yönetimde de aynen uygulanmalıdır. Ya uygularsınız, ya da siz iyi bir yönetim şekli gösteremeseniz de, senelerce çala, çala işin kompetanı olmuş alt kadroların esiri olursunuz.
Aslında fazla söze gerek yok. Bu durumu anlatan çok güzel bir fıkra var.
Orkestra uzun emekler sonunda hazırlanmış, çok önemli bir konsere çıkacak. Elemanların temsilcisi pozisyonunda olan biri orkestra şefine tam sahneye çıkacakları anda takılıyor: “Şef! Konserden sonra mükellef bir ziyafet çekersin artık bize!” Şefin bu teklife çok sıcak bakmadığını hisseden elemanlar hep bir ağızdan bağırıyorlar: “Şef eğer ziyafet yoksa biz de senin gösterdiğin gibi çalarız!”
Hep yönetimden, yönetenlerden bahsederken asıl önemli kitleyi atladım zannetmeyin. Günümüzde bu tip yönetim zafiyetleri yaşanırken, sanmayın ki yönetilenler bu konudan bi haber. Bunu da isterseniz kısa bir fıkra ile özetleyelim.
Senfoni Orkestrası Harran’a konsere gider. Konser çıkışı spiker halktan birine sorar:
-“Konseri nasıl buldunuz efendim?”
-“Valla bacım Herran, Herran olalı böyle zulüm görmedi…”
Herkes bu fıkranın burada bittiğini bilir. Aslında değildir. Diyalog devam eder.
-“Ama olur mu efendim, ne güzel yorumladılar!.”
-“Ne güzel yorumu bacım. Moderato parçayı gittiler allegro yorumladılar, böyle yorum mu olur!
Uzun lafın kısası, herkes her şeyin farkındadır. Pekmezin tatsız olduğunu bütün kirveler biliyor.
Hal bu iken birde duruma Filarmoni bakanlar yok mu? Bu durum evlere şenlik. Filarmoni orkestrası da çok sesli müziği seven kişi, kurum, şirket vb. tarafından özel olarak kurulan ve finanse edilip yönetilen orkestralardır. Yani parayı bastır, hem çaldır, hem de söylet. Onlara mı ne diyeceğim?
Çok da tın! Çok da filarmoni!
Sevgiyle kalın.